Deniz Yıldırım - Evren Haspolat (1)
Walter Benjamin, yazarların kitapçılardaki ciltlerle yetinemediği için kitap yazan insanlar olduğunu söyler(2). Sanıyoruz bizim için de Değişen İzmir’i Anlamak adıyla bir kitap derleme fikrinin giderek güçlenmesine yol açan koşullar, Benjamin’in belirlemesinden bağımsız değil. Bu kitap, tam da İzmir’in farklı sosyal, siyasal, iktisadi dönüşümlerin içinden geçtiği bir kentsel mekân haline geldiği bir dönemde, aklımızı sürekli meşgul eden “İzmir’de neler oluyor, neden oluyor?” sorularına yanıt ararken ortaya çıktı ve bu bakımdan İzmir’e ilişkin soruları ve yanıtları olanların yeni bulgu ve çözümlemelerini bir araya getirerek İzmir’in dönüşümlerini anlamaya dönük bir girişim olarak belirdi.
Değişen İzmir’i Anlamak, uzağına düştüğümüz İzmir’e daha ‘yakından’ bakma arzusunun bir ürünü. Elinizde bulunan derleme kitap çalışmasını hazırlama fikrini, bu kitabın yayımlandığı tarihten yaklaşık on ay önce, 2009 yılının Haziran ayında uygulamaya geçirdik. İzmir’de önemli gördüğümüz dönüşüm eksenlerini belirledikten sonra, bu konularda çalışmalarını yakından izlediğimiz akademisyen ve yazarlara ilk çağrı metnini gönderdik. Kuşkusuz ki İzmir üzerine önemli bir bilimsel literatür gelişmiş durumdaydı ve biz de bu birikimi yadsımadan, aksine ona yaslanarak aklımızda yer edinmiş güncel soru ve sorunlara derli toplu yanıt üretecek bir kolektif çalışma gerçekleştirmenin özlemi içindeydik. Bu bakımdan aldığımız ilk yanıtlar ilham verici oldu. Çağrı gönderdiğimiz değerli isimler, böyle bir çalışmanın gerçekleştirilmesi yönündeki ihtiyaç konusunda bizimle aynı düşünceleri paylaştıklarını belirttiler ve sonuçta ortaya, birbirlerini yazıları ve İzmir’e ilişkin kaygıları üzerinden bütünleyen yazarların elinizdeki kolektif eseri çıktı.
Çok yazarlı derleme çalışmalarının genel zorluğu, kitabın yayımlanmasına ilişkin öngörülen tarihi ortaklaştırabilmek ve o tarihe uyabilmektir. 9 ay gibi kısa sayılabilecek bir sürede ve tam da İzmir’e ilişkin tartışmalar en yoğun olarak kendisini hissettirirken bu kitabın yayımlanması, bizim açımızdan önemliydi. Çünkü İzmir’i anlamaya dönük bu çalışma, aynı zamanda bu tartışmalara egemen olan özcü, indirgemeci yaklaşımlar karşısında, bir teorik müdahale olanağı olarak düşünülmüştü. Bu anlamda İzmir’in hem bugününe hem de yarınına ilişkin tartışmalara müdahil olabilecek bir kaynak çalışma ortaya koyduğumuzu umuyoruz. Yinelemek gerekir ki, bu kitap varolan literatürün bulgularını önemsiyor, onlara yaslanıyor; bir o kadar da geleceğe dönük tartışmalar içinde kendisine bir söz hakkı istiyor. Dolayısıyla belirtmekte yarar var; değinemediğimiz tüm konu başlıkları bizim eksikliklerimiz olarak görülmeli.
Kendi kişisel tarihimiz açısından bakıldığında İzmir’den Ankara’ya doktora eğitimi için geldiğimiz günden bu yana, yani İzmir’den fiziksel olarak uzaklaştıkça, bir inceleme ve çözümleme nesnesi olarak İzmir olgusuna daha da yakından bakmaya çalıştığımızı hissettik. Kuşkusuz bu bakış, kentsel çelişki ve çatışmaların bağrında filizlenen “değişim” olgularını anlamaya dönük bir çalışmanın kapılarını aralamış oldu. Kitap fikrinin doğuşuna, aklımızda yer alan ve yanıtlarını aradığımız kimi temel sorular eşlik etti. Yukarıda belirtmiştik, bu soruları en iyi özetleyen “İzmir’de neler oluyor?” sorusuysa, ona eşlik eden ve meselemizi açığa vuran arayışı özetleyen de “neden oluyor?” sorusu oldu. Bir yandan 2002 seçimlerinde Genç Parti’nin kent özelinde elde ettiği ‘beklenmedik’ başarı(3), diğer yandan Cumhuriyet Mitingleriyle Türkiye siyasetine hâkim olan kutuplaşmanın izlerinin İzmir’de keskin biçimde hissedilmeye başlanması ve ‘icat edilen geçmiş’in hâkim kodlarının ‘şimdi’den duyulan rahatsızlığın belirtisi olarak kentte giderek güçlenmesi ve bu geçmişi çağrıştıran sembollerin yaygınlık kazanması dikkat çekici gelişmelerdi. Biz tüm bu sorulara yanıt ararken İzmir’de DTP konvoyuna yönelik saldırının gerçekleşmesi, öte yandan kitap baskıya girmek üzereyken İzmir’in Tire ilçesinde 50-60 kişilik bir grubun, facebook adlı sanal iletişim ağında bir öğrenci yurdunda ‘Güneydoğulu’ öğrencilerin Türk bayrağı yaktıklarının yazılmasından hareket ederek yurdu basmaları, polisin grubu biber gazı sıkarak dağıtması(4) kentsel gerilimlerin etnikleşmiş kapasitesine ilişkin önemli göstergeler olarak bize göre kitabı daha da önemli hâle getirdi. Ve birçok açıdan Türkiye’nin son dönemlerde başka kimi kentlerine de hakim olan ‘linç hezeyanları’nı açığa vuran bu yeni tepkisellikler, kentsel çelişkileri bu yönleriyle de anlamaya çabalayan çalışmaların önemini arttırmaktadır(5).
Diğer yandan İzmir’de sermaye birikim sürecinde yaşanan krizlerin etkilerini çözümleyen bir çalışmanın ihtiyacını da son yıllarda daha fazla hissetmekteydik. Kentin bugüne kadar Türkiye’deki siyasal hegemonya projelerinin örgütlenmesinde etkin olan sermaye fraksiyonlarının, iktidar bloğu içindeki özgül ağırlığını giderek yitirdiğinin göstergesi olan kimi gelişmeler de aynı oranda dikkat çekiciydi. Özellikle Serbest Cumhuriyet Fırkası’ndan başlamak üzere, önce Demokrat Parti ve ardından da Adalet Partisi’nin örgütlenmesinde, Egeli büyük çiftçiler ile İzmir merkezli ticaret ve sanayi burjuvazisinin etkin bir rol oynadığı bilinmekteydi. Bu bakımdan yaygın kanaatin aksine İzmir, ‘solun kalesi’ olmak bir yana, dünya ticareti ile serbest rekabet ilkesi üzerinden eklemlenme arayışındaki hemen tüm liman kentlerinde olduğu üzere, uluslararası ticaretle liberal düzeyde bütünleşmeyi arayan sermaye kesimlerinin hegemonik denetimlerini ziyadesiyle uygulaya geldikleri bir kentti. Dolayısıyla Serbest Cumhuriyet Fırkası’nın İzmir’de gücünü hissettirmesi, Demokrat Parti’nin Aydınlı büyük toprak sahipleriyle İzmirli ticaret burjuvazisinin girişimleri sonucunda gelişip iktidar olması ve bu hattın Adalet Partisi’nin kuruluş sürecinde sanayi burjuvazisinin gelişimi ve güçlenmesiyle birleşmesi gibi olgular birlikte düşünüldüğünde, İzmir’de kentsel sermaye bloğunun etkin bir ‘sağ’ hegemonya oluşturmayı başardığı söylenebilirdi. Bu anlamda Türkiye siyasetini etkileyen sağ hegemonya projelerinin içeriğinde İstanbul kadar İzmir ve Ege de etkindi. Yine bu bakımdan dikkat çekici siyasal değişim, 80’li yıllardan itibaren İzmir’in tercihleriyle Türkiye’nin tercihleri arasındaki makasın açılmaya başlamasıydı. Bugüne kadar Türkiye’de siyasal iktidara erişen partiler, İzmir’de de seçimlerden birinci parti olarak çıkmaktaydı; bu denklem son yıllarda giderek değişti. Son olarak AKP döneminde ise, makas giderek daha da açıldı ve Türkiye AKP’lileşirken, İzmir CHP’lileşti. Bu durum, dönüşümün siyasal analizini daha da önemli hâle getirmekteydi.
Kitapta, İzmir’in siyasal dönüşümlerini bu olguların nedenlerini arayarak açıklayan üç çalışmamız bulunmakta. İzmir’in siyasal dönüşümlerini inceleyen ilk çalışma Hakkı Uyar’ın. Uyar İzmir’de erken Cumhuriyet döneminden itibaren gelişen siyasal davranış örüntülerini Başbakanlık Arşivi’nden desteklenen yeni bulgularla birlikte titiz bir çalışma sonucunda dikkatimize sunuyor ve İzmir’e ilişkin klişelerin üstündeki yaldızları kazıyor. İkinci makalenin sahibi Tanju Tosun da, gerek genel olarak Türkiye gerekse özelde İzmir’in değişen seçmen davranışları üzerine varolan çalışmalarına bir yenisini ekleyerek, İzmir’de değişen seçmen davranışlarını 1980 öncesi ve sonrası dönüşümler bağlamında tartışıyor. Her iki makale de, İzmir’in siyasal dönüşümlerini kavramak açısından önemli katkılar sunuyor.
Diğer yandan siyasal dönüşümlerin ekonomi politik perspektiften çözümlenmeye çalışıldığı son makale ise bize ait. İzmir’i bir liman kenti olarak kavrayıp, liman kentlerinin hem uluslararası kapitalizm sahasında hem de içinde merkezileştiği bölgede hegemonik bir valon kayışı görevi gördüğünü tespit eden yaklaşımlarla bütünleşerek, İzmir’in siyasal dönüşümlerini sadece İzmir üzerinden incelemenin mümkün olmadığına işaret ettiğimiz makalemizde, sorunu AKP-CHP kutuplaşması üzerinden çözümlemenin, İzmir’in genel sosyal ve ekonomi politik dönüşümlerini göz ardı etmek anlamına geleceğine değiniyoruz ve İzmir kentsel sermaye bloğunun hem Türkiye hem de Ege Bölgesi özelinde hegemonik bir krize girdiğini tespit ediyoruz. Bu anlamda geleneksel olarak SCF-DP-AP geleneğinin hâkim olduğu bir bölgede orta sınıf katmanlarını bir araya getiren yeni siyasal dilin kıyılarda giderek CHP’de, tarımsal artığını İzmir üzerinden dünya pazarına taşıyan ve İzmir’in art alanında yer alan ve şimdi tarımda yoğun mülksüzleşmenin yaşandığı Ege şehirlerinde ise özellikle bu dilin artan oranda MHP’de kümelenmeye başlamasını, finansallaşma evresinde içine girilen “ulusalcı çevrim”in bir işareti olarak değerlendiriyoruz.
İzmir üzerine böyle bir çalışma hazırlama sürecine giderken aklımızda özellikle kent ekonomisinin neoliberal dönemde yaşadığı gerilemeye ve krizin bölge ölçeğindeki yansımalarına dikkat çekmek de vardı. Kentin özellikle art alanında yer alan ve tarımsal faaliyetleriyle öne çıkan şehirlerde gözlenen dönüşümlerle İzmir’in dönüşümü arasında bağlantı kurmaksızın bu dönüşümlerin hakkıyla çözümlenmesinin mümkün olmadığı bir gerçekti. Bu anlamda İzmir, aslında sadece İzmir değildi. Öte yandan değişen İzmir’i anlamak, sadece bugüne bakmakla mümkün olamazdı. Bu nedenle, hem tarihsel kökenlere hem de ekonomi-politik dönüşümlere göz atmanın gerekliliği bizi ‘Dönüşümün Tarihsel ve Ekonomi-Politik Kökenleri’ başlıklı ilk bölümü oluşturmaya sevk etti. Althusser’in, Marksizm söz konusu olduğunda sarfettiği “yaşamakta olduğumuz bunalım patlak verdiyse, görünür hale geldiyse, bu onun patlak vermesini engelleyen biçimler altında kuluçkaya yattığı uzun bir süreç sonunda olmuştur”(6) sözleri, İzmir’in bunalımı için de geçerliydi. Bu bakımdan ilk bölümdeki makaleler; açığa çıkan her bunalımı, kendi tarihsel gelişimi içinde çözümlemenin gerekli olduğu düşüncesiyle okuyucunun dikkatine sunuluyor.
Bu bölümde yer alan ilk makale Erkan Serçe’ye ait. Erkan Serçe, İzmir’in II. Meşrutiyet döneminde geçirdiği siyasal dönüşümleri tarihsel bir perspektifle ele aldığı ve Cumhuriyet’e uzanan süreçte İzmir’i kopuş ve süreklilik ekseni içinde tarihsel dönüşümleriyle mevzilendirdiği makalesiyle, İzmir’in geçmişini anlamamızı kolaylaştırıyor. Bölümün ikinci makalesinde ise Alp Yücel Kaya, titiz bir araştırmanın sonucunda İzmir ekonomisinin 19. yüzyıldan 21. yüzyıla uzanan evrimi içinde geçirdiği dönüşümleri ve bunun kente yansımalarını ele alıyor. Özellikle İzmir’in geçirdiği siyasal dönüşümlerin açıklanmasında kentin geçirdiği kapitalist dönüşümlerin ve birikim rejimiyle ilişkisinin göz ardı edilemeyeceği düşünüldüğünde, Kaya’nın incelemesinin, diğer makalelerle ilişkisi bağlamında oldukça önemli bir altyapı oluşturduğunu teslim etmek isteriz. Bu makaleyi, İzmir’i uluslararası kapitalist sistem içinde ‘küresel kent’ literatürü üzerinden inceleyen Eyüp Özveren’in değerli makalesi izliyor. Özveren makalesinde, İzmir’i tarihsel yükselişleri ve gerileyişleri üzerinden inceledikten sonra, 1980 sonrasının ‘küreselleşen’ dünyasındaki ‘küresel kent’ kavramının İzmir’e sağlayacağı kazançlar ve kayıplar üzerinde durarak İzmir’in geleceğine dair önerilerini belirtiyor. Ve “Eğer İzmirliler yüzyıl sonra taşlaşmış ve boşalmış bir İzmir’in, tıpkı bugünkü Efes gibi rehberlerce gezmenlere gezdirilmesini arzulamıyorlarsa, bir an önce ve her ne pahasına olursa olsun İzmir’in bir ‘küresel kent’ olmasını istemek yerine, iş işten geçmeden daha gerçekçi ve sürdürülebilir seçeneğe yönelmelidirler” tespitinde bulunuyor.
Öte yandan söz konusu dönüşümler, İzmir’de mülkiyet ve kentsel mekânsal düzenlemeler ekseninde yaşanan değişimlerden ayrı ele alınamazdı. Bu nedenle Emel Göksu, bu dönüşümlerin Cumhuriyet döneminde İzmir kent mekânına yansımalarını ele aldığı makalesiyle, kentsel mekânsal dönüşümleri, bu dönüşümde önemli bir dönüm noktası olarak beliren 1929 Buhranı üzerinden tartışıyor. Krizlerin kentsel sermaye birikim süreçlerine ve toplumsal sınıflara etkileri bağlamında, daha yakın dönemlere ilişkin olarak Mustafa Sönmez’in incelemesiyse, Emel Göksu’nun tarihsel analizini bütünleyip bugüne taşıyor. Sönmez, 2008 yılındaki finansal krizin kent üzerindeki yıkıcı etkilerini istatistik verileriyle destekleyerek ortaya koyuyor. Bu bölümde yer alan son makalede ise Nuran E. Işık, İzmir’de ticari yaşamın kalbi olarak beliren tarihsel Kemeraltı dokusu üzerinden ticari yaşamın dönüşümlerini ele alıyor. Tüm bu makalelerin İzmir’in tarihsel ve ekonomi-politik dönüşümlerinin daha iyi anlaşılması bakımından katkıları yadsınamaz.
İzmir’in sadece İzmir olmadığını ve özellikle AKP iktidarı döneminde Türkiye siyasetinde hatları belirginleşen yeni kutuplaşma çizgilerinin her birinin kendi meşruluklarını -olumlayarak veya karşıtı içinde olumsuzlayarak-, belirli oranda inşa edilmiş bir “İzmir” söylemi içinden üretmeye başladığını da bu dönemde gözlemledik. Aslında bu güçlü kutuplaşmanın dili içinde İzmir’i çözümlemeye dönük bir çalışmanın risklerinin farkındaydık. O risk alınmasaydı, bu çalışma gerçekleşemezdi kuşkusuz. Çünkü gerçeklikle bağları kısmen koparılarak inşa edilen ve sıklıkla devreye sokulan ‘modern İzmir’, ‘laik İzmir’, ‘faşist İzmir’ gibi özcü genelleme ve temsil biçimleri karşısında, İzmir’i AKP-CHP kutuplaşmasının ötesine uzanan, pergelin ucunu daha fazla ekonomi-politiğe kıvıran bir yaklaşımla; suçlamadan, yüceltmeden, olduğu gibi anlamaya çalışma ihtiyacı hiç olmadığı kadar fazlaydı. Bunu gerçekleştirmeyi istedik.
Özellikle İzmir’in finansallaşma evresinde giderek kaybeden bir kent haline gelişi, hem İzmir hem de art alanında İzmir üzerinden dünya ticareti ile eklemlenmiş kentlerin de büyük oranda iktisadi gerilemesiyle bütünleşti. Kente damgasını vuran önemli gelişmelerden birisi, hiç kuşkusuz kentin istihdam kapasitesinde gözlenen belirgin daralmaydı. Özellikle Türkiye’nin genç, eğitimli işsiz nüfus pastası içindeki payı yıldan yıla artan İzmir, bir yandan ekonomik olarak gerilerken ve eğitimli nüfusunu İstanbul ve Ankara gibi kentlere gönderirken, diğer yandan da tarımda mülksüzleştirilen Ege köylüsünün ve 90’ların başından itibaren İzmir’e yönelen yoksul Kürt yerleşimcilerin yeni meskeni olarak kentsel çelişkilerini yeniden yapılandırdı. Tam da bu noktada Cenk Saraçoğlu’nun kitapta yer alan makalesi, yüz yüze görüşmeler yoluyla gerçekleştirdiği araştırmaların sonucu olarak aktardığı örneklerle, İzmir’de Kürt göçmenlere karşı etnikleşen tepkileri sınıfsal çözümlemeye tabi tutmanın ve özcü-indirgemeci yaklaşımlardan kaçınmanın önemine vurgu yapan bir açılım getirdi. Saraçoğlu’nun bu bulgularından hareketle ulaştığı, “son dönemlerde, AKP yanlısı çevrelerde ortaya çıkan her türlü toplumsal sorunu Kemalizm’den veya ‘kendi dışarısından’ kaynaklı bir patoloji veya komplonun parçası olarak görme eğilimi, yükselen Kürt karşıtlığı olgusunun ele alınışına da yansımıştır” tespitine katılmamaksa mümkün değildi. Çünkü son zamanlarda rakı, balık, mini etek ve kordon efsanesi üzerinden kendi içindeki ayrımları silikleştiren ‘son kale İzmir’ vurgusunun karşısında, aynı özcülükten muzdarip bir garip ‘İzmir’i çözümleme tarzı’ da gelişti. Birbirini beslediği açık olan bu iki tarzdan ikincisi İzmir’i neredeyse tüm siyasal günahların kalesi, tüm ırkçı-faşist pratiklerin başkenti olarak resmetti(7). Gerçeklikle bağını koparmış bu analiz biçimlerinin, ‘sınıf analizlerinden kaçarken’, İzmir söz konusu olduğunda çarpık sınıf tahlillerine girişmeleri de epey ilgi çekici bir örnek olarak dikkat çekmekteydi. Bütünüyle Taraf Gazetesi yazarlarına ya da orada temsil olunan anlayışlara atfedebileceğimiz bu dilin, neoliberal-muhafazakâr tahayyülün İzmir’i bir ‘karşıt’ olarak yeniden inşa edip konumlandırdığını örneklemesi bakımından ilgi çekici olduğu bir gerçek. Hele ki geleneksel İstanbul-Ankara karşıtlığının yeni bir eksene doğru evrildiği gerçeğiyle birlikte düşünüldüğünde bu durum daha da şaşırtıcı bir hâl alabiliyor. Kitapta özel olarak bu bakışla ilgili bir inceleme yer almıyor belki; ama en az ‘son kale İzmir’ yaklaşımı kadar sorunlu ve indirgemeci olan bu bakış karşısında konumlanmamızın nedenlerini kendi makalemizde kısmen tartışıyoruz.
Neslihan Demirtaş-Milz ise incelemesinde ‘neoliberal zamanlar’da ortaya çıkan ‘son kale İzmir’ analizlerinin içinde kendisini gizleyen ‘steril İzmir’ tahayyülünün izini titizlikle sürüyor ve de Saraçoğlu’nun bıraktığı yerden devam ederek bu göçmen kimliğinin ‘modern İzmir’ ve ‘İzmirli’ perspektifi içinde nasıl temsil edildiğini medya organlarından örneklerle aktarıyor. Demirtaş-Milz’in makalesi böylece, İzmir’e ilişkin bu yeniden tahayyül ve temsil etme biçimlerinin üstündeki yaldızları kazıyarak, İzmir’in Türkiye siyasetine egemen kutuplaştırıcı dil içinde epey merkezi bir kurucu özne olduğunu, medyadaki temsilleri üzerinden belirliyor. Tam da bu noktada Emel Kayın’ın makalesi de, yine bu eksende kentin gerçeklikle ilişkisini koparan temsil biçimlerini eleştirel bir çözümlemeye tabi tutarak, İzmir’i ve İzmirliyi tekil bir kimlik olarak inşa eden özcü dilin yansımalarının karşısına mekânsal ve sosyo-ekonomik ayrım çizgilerini çıkarıyor ve vurguyu kentsel çelişkiler eksenine doğru genişletiyor. Diğer yandan İzmir’in temsil biçimlerini ele aldığımız bu bölümde Vangelis Kechriotis, İzmir’e ilişkin değişken temsiliyetlerin sadece Türkiye’ye özgü olmadığını öğrenmemizi sağlayan değerli bir katkı veriyor. Kechriotis makalesinde, Yunan imgesinde İzmir’in değişen temsil biçimlerini örneklendirerek, bize, karşı kıyıdan bir İzmir tahlilinin imkânlarını sunuyor. Bölümün son makalesi ise, değinmeden geçemeyeceğimiz bir konu üzerinden İzmir’in değişimini, dönüşümünü ve ‘kayıp’larını tartışıyor. Spor sosyolojisine İzmir incelemeleri söz konusu olduğunda vazgeçilemeyecek katkılar sunan Ahmet Talimciler, İzmir’de futbol takımlarının gerilemesi üzerinden kentin ‘ayrıcalıklarını ve insanlarını kaybeden’ niteliğine ilişkin esaslı çözümlemeler geliştiriyor, ‘Ayrıcalıklarını ve İnsanlarını Kaybeden Kentin Futbolunun Dünü, Bugünü ve Yarını’ başlıklı makalesinde.
Elbette her kent gibi İzmir de, kendi içinde çelişkiler, çatışmalar barındıran bir yapıya sahip. Bu çelişkilerin sosyal, siyasal, sınıfsal, mekânsal fay hatları hakkında bu çalışmanın ilk üç bölümünün söylediği sözün üstüne, kentin karşı direniş adına hangi fırsatları ve deneyimleri öne çıkardığını ele almadan, pratiğe bakmadan bu çalışma eksik kalırdı. Sosyal bilimler alanında kentsel pratiklerden bir dönüşüm teorisi geliştirmenin izlerini sürerken, direniş pratiklerinin hem başka pratiklere katkısını hem de onların etkililiğini tartışmadan geçemezdik. ‘Kentsel Direniş, Dönüşen Mekân ve Toplumsal Örgütlenme Biçimleri’ başlığını taşıyan son bölümün meselesi tam da bu. Bu eksende, sözü edilen alt başlıkta ilk katkıyı Gülgün Tosun ‘İzmir’de Toplumsal Örgütlenmenin Boyutları’ başlıklı makalesiyle sunuyor. Tosun, İzmir’de toplumsal örgütlenmenin çerçevesini çizdiği bu derinlikli incelemesiyle, kentin örgütlenme deneyimleri/pratikleri hakkında oldukça güncel bir tablo ortaya çıkarttı ve bize göre İzmir’in dönüşümlerini, Türkiye’deki dönüşümler ve toplumsal örgütlenmeler üzerinden karşılaştırmak için bulunmaz bir kaynak yarattı. Diğer yandan bu çizilen genel örgütlenme çerçevesini, Erbatur Çavuşoğlu ile Murat Cemal Yalçıntan’ın Dikili’deki ‘sosyal belediyecilik’ deneyimini tartışan makaleleri izledi. Çavuşoğlu ve Yalçıntan, makalelerinde oldukça temel ve çarpıcı bir soruyu gündeme getirerek Dikili üzerinden son dönemde temsil olunan ‘belediyecilik’ anlayışını artı ve eksileriyle çözümledi. Makaleye ilham veren “kapitalist bir kentte sosyal belediyeciliğin ne kadar mümkün olduğu” sorusu, belediyecilik ve sosyallik tartışmalarına Dikili örneği üzerinden önemli bir ferahlık getirdi, tartışmaların mecrasını genişletti. Aykut Çoban ise, özellikle köylü direnişleri içinde son dönemlerde en fazla ses getiren toplumsal seferberlik örneklerinden birini temsil eden Bergama Köylü Direnişini, ‘sürdürülebilir kalkınma’ tartışmaları bağlamında tartıştı. İzmir’in direnenlerinin artıları ve eksileriyle anlaşılması adına önemli bir katkı sunan bu makaleyi ise, kitabın son makalesi olan ‘İzmir’de Kentsel Dönüşüm ve Dönüştürülemeyen Zorunlu Yoksulluk Halleri’ izledi. D. Burcu Eğilmez, mahalle örgütü olarak karşımıza çıkan Kuruçeşme-Dere Mahallesi Halk İnsiyatifi’nin (KMHİ) kentsel yoksulluk karşısında ortaya çıkan direniş biçimleri bağlamında işgal ettiği konumu inceledi. Eğilmez makalesinde, “İnsiyatif’in siyaset biçimlerinin, neoliberal kentsel politikalara direniş söz konusu olduğunda hem ‘demokrasi’ tartışmaları hem de ‘emek/sınıf’ temelli mücadele tartışmaları için ipuçları sunduğu”nu belirtti ve “sokak siyaseti”nin, İzmir özelinde yaşanan dönüşümler karşısında yoksullardan yana direniş pratiklerinin izlerini sürdü.
Derlemeye dahil edilen tüm bu özgün çalışmalar birlikte düşünüldüğünde, aslında kitabın temel meselesinin “İzmir’de neler oluyor ve İzmir’de yaşanan dönüşümler hangi nedenlere yaslanıyor?” sorularına yanıt aramanın yanında, İzmir’in de diğer tüm kentler gibi, farklı sınıfsal, etnik, mekânsal ve siyasal fay hatlarını içinden geçiren bir kent olduğunun altını çizmek olduğu ortaya çıkıyor. Özetle, tek bir İzmir’den ziyade, birden çok İzmir’in bulunduğunu yeniden hatırlatarak, bu fay hatlarını deyim yerindeyse yüzeye çıkarmayı, daha da görünür kılmayı amaçlıyor kitap. Bu bakımdan çalışmamız, İzmir’e ilişkin ne bir savunma ne de bir saldırı. Sadece nesnellikten ayrılmayan bir anlama çabasının ve klişeler etrafında kümelenmiş genellemelerden kurtulma ihtiyacının ürünü. Tam da onun için belki, Alsancak kadar Kuruçeşme’nin de, Göztepe kadar Onur Mahallesi’nin de, Karşıyaka kadar Bergama ve Dikili’nin de İzmir’in kentsel çelişkileri içindeki konumlarına odaklanıyor.
Son olarak belirtelim. Eğer bu kitap, dönüşümün eksenlerinin anlaşılması adına tartışmaları genişletecek ve suları yeni bir mecraya yönlendirecek kadar etki yaparsa, o zaman kendimizi amacımıza ulaşmış sayabiliriz.
***
Bu çalışma, İzmir’e ilişkin temel sorular sorup bu sorulara yanıtlar aramamız karşısında aynı heyecanı en az bizim kadar paylaşan geniş bir kolektifin emeğini yansıtıyor. Bu bakımdan çalışmaya, bir fikir olarak belirdiği günden bu yana hiçbir desteği esirgemeden heyecanını yansıtan Phoenix Yayınevi’nin değerli editörü, değerli dostumuz Bülent Özçelik’e teşekkürü bir borç biliyoruz. Öte yandan birbirini hiç tanımayan, ama ortak ilgileri, uzmanlıkları ve bulgularını paylaşma arzuları üzerinden birbirleriyle bir dostluk ilişkisi geliştirmeyi başaran bu kitabın değerli yazarlarına, değerli hocalarımıza bizi kırmayıp böyle bir kolektif çalışma içinde yer aldıkları, katkı verdikleri için ne kadar teşekkür etsek az. Onların gösterdikleri alçakgönüllülük olmasa, bu çalışma gerçekleşemezdi. Bir diğer teşekkür ise, bu çalışmanın görünmeyen yazarlarına yönelmeli; yani bugüne kadar İzmir üzerine gerçekleştirdikleri çalışmalarla, o çalışmalardan süzülüp gelen bilgi ve çözümlemelerle bu kitaba yadsınamaz düzeyde görünmez katkılar sunmuş tüm yazar, akademisyen ve araştırmacılara teşekkür etmek isteriz. Onların yarattıkları birikim olmasa, bugünü anlamaya cesaret edemezdik. Bu eksende, çalışmalarıyla bize ilham vermiş olan bir İzmirliyi, 2007’de kaybettiğimiz Prof. Dr. Mübeccel Kıray’ı da şükranla anmadan geçemeyeceğiz.
Ve elbette teorinin içinden beslendiği pratik olarak mücadele ruhuyla bize bu kitap süresince ilham ve direnç vermeyi esirgemeyen tüm direnenlere bu kitabı armağan etmek istiyoruz. Kitabı direnişteki Karşıyaka Kent AŞ işçilerine; kitap baskıdayken eylemlerini sürdüren TEKEL işçilerine, Tariş İplik ve Dokuma Fabrikası emekçilerine ve son olarak Bergama’da siyanürlü altın madenine direnen köylülerin mücadelesine olduğu kadar Diyarbakır Bismil’de ağalığa karşı köylüye toprak mücadelesini yürüten topraksız Sinan ve Arslanoğlu (Cumhuriyet) köylerinin yiğit insanlarına da ithaf ediyoruz.
Nisan 2010 - Ankara
Dipnotlar:
(1) Ankara Üniversitesi Siyasal Bilgiler Fakültesi, Kamu Yönetimi/Siyaset Bilimi Doktora Programı.
(2) Jay Parini, (2001) Benjamin -Dar Geçitteki Aydın-, Çev: Can Kurultay-Nil Kurtulan, Ayrıntı Yayınları, İstanbul, s. 117.
(3) Arrighi’den esinlenerek, İzmir’de yaşanan siyasal dönüşümleri çözümlerken, 3 Kasım 2002 genel seçimlerinde Genç Parti’nin İzmir’de elde ettiği ilginç başarıyı geleceğe dönük işaretler barındıran bir ‘sinyal krizi’ olarak değerlendirebiliriz. Bknz., Giovanni Arrighi, (2000) Uzun Yirminci Yüzyıl -Para, Güç ve Çağımızın Kökenleri-, Çev: Recep Boztemur, İmge Kitabevi Yayınları, Ankara.
(4) “Facebook Dedikodusu Tire’yi Gerdi”, Radikal, 06.04.2010.
(5) Bu konuda değerli dostumuz Ali Ekber Doğan’ın Mersin üzerinden analizlerini aktardığı Birikimin Hamalları: Kriz, Neoliberalizm ve Kent başlıklı çalışması ile son dönemin gözde çalışmaları arasında değerlendirdiğimiz, değerli hocalarımız Güven Bakırezer ve Yücel Demirer’in derledikleri Trabzon’u Anlamak adlı kitapları anmadan geçemeyeceğiz.
(6) Louis Althusser, (2006) Makyavel’in Yalnızlığı ve Başka Metinler, Çev: Seda Çarmık, Alâeddin Şenel-Turhan Ilgaz, Epos Yayınları, Ankara, s. 322.
(7) Bu bakışın güncel bir örneği için bknz., Alper Görmüş, (2010) “Cumhuriyet Mitinglerinden İzmir Dellenmesine: ‘Laik-Kentli-Çağdaş’ Kitle Ruhunun İzinde”, Birikim, Ocak, S: 249. Bu bakış açısının daha karikatürleşmiş görünümleri içinse, Rasim Ozan Kütahyalı’nın Taraf’taki yazılarına bakılabilir.