Kitabevlerinde...



19 Ekim 2010

HALKIN SESİ GAZETESİ RÖPORTAJI-BATI ANADOLU MİLLİYETÇİLİĞİNİN SINIFSAL ANALİZİ: Sınıf Tepkileri Etnikleşince…



Halkın Sesi Gazetesi-15-28.10.2010



İzmir’i Nasıl Bilirsiniz?

İzmir’i nasıl anlamalı? Gavur İzmir olarak mı, yoksa laik Cumhuriyet elitlerinin son kalesi olarak mı? Statükocu İzmir mi demeli, yoksa tuzlu su muhafazakarlığının ana vatanı mı? Deniz Yıldırım’ın da dediği gibi, sosyal dönüşümler böyle anlaşılamaz, sınıf eksenli bir bakış gerektirir. Deniz Yıldırım ve Evren Haspolat’ın yayına hazırladığı “Değişen İzmir’i Anlamak” İzmir’in yaşadığı sosyal siyasal dönüşüme sınıfsal dinamiklerini analiz ederek ışık tutan, mutlaka okunması gereken bir kitap. Yıldırım ve Haspolat’la yaptığımız söyleşide, Batı Anadolu milliyetçiliğinin hangi dinamiklerden beslendiği ve milliyetçiliğin yaşadığı evrimsel sürecin nasıl ele alınması gerektiğini konuştuk. Yazarlar, anaakım medyanın ve liberallerin analizlerinin sığlığında kaybolan çarpıcı bulgulara işaret ediyor.


***

Değişen İzmir’i Anlamak’ta ortaya koyduğunuz kimi önemli tezler var. Bunları elbette tek tek burada açma şansımız yok, ama kısaca özetler misiniz?

Evren: İzmir’i bir liman kenti olarak hem içinde işlediği dünya sistemi hem de onun bütünleşmiş bölge bütünlüğü içinde bir değerlendirmeye tabi tuttuk diyebiliriz. Özellikle kentsel sermaye bloğunun Türkiye’nin 1980 sonrasındaki birikim rejimiyle birlikte iktidar bloğu içindeki eski temsil olanaklarını ve belirleyici gücünü yitirdiğini belirttik ve bunun izlerini hem Türkiye siyasetiyle hem de bölgenin geri kalanıyla ayrışan siyasal tercihlere ilişkin bir analizle sürdük. İzmir’in ve İzmir’le iktisadi düzeyde bütünleşmiş yerleşimlerin neoliberalizmin, finansallaşmanın kaybedenleri olduğunu ifade ettik. Özellikle kent merkezinde sosyo-ekonomik açıdan gerileyen orta sınıf katmanlarını da kendi diline eklemleyen yeni ulusalcı dilin giderek CHP’de kümelendiği bu dönemde, tarımda mülksüzleşmenin yoğun olarak yaşandığı ve göçün kentsel etnik gerilimi yoğunlaştırdığı iç yerleşimlerde tepkileri MHP’nin kırsalın diline tercüme ettiğini saptadık.


Referandumda da gördük ki İzmir ve Ege illeri Hayır oyu verdi. Bu da bölgedeki dönüşümleri anlama gerekliliğini arttırdı. Siz nasıl bir değerlendirme yapıyorsunuz?

Deniz: Şunu açıkça belirtmekte yarar var: İzmir de diğer kentler gibi. Yani kendi içinde Sultanbeyli de var, Nişantaşı da. O nedenle dönüşüm eksenlerini kentlerin içinde taşıdığı fay hatlarını görmezden gelerek ele alırsanız orada en baştan bilimsel sakatlık oluşur. Mesela “tuzlu su muhafazakarlığı” tanımlaması tam da bu sakatlığı taşıyor. Kendinden menkul bir demokratikleşme tahayyülü geliştirip egemen dil içinden konuşarak karşıtını “statüko”yla, “muhafazakarlık”la, “elitler”le ilişkilendirmesi. Bizim kitapta kurduğumuz çerçeve, sorduğumuz sorular vasıtasıyla bu pozisyonu ve dilini sorguluyor. Böyle açıklanmaz sosyal dönüşümler. İzmir’deki tepkiselliğin bir benzeri de bu dilde saklı. Zaten biraz da birbirini üretiyor. Mesela şurası önemli: diyelim ki “sahiller”, en çok da burada İzmir’in kastedildiği görülüyor zaten, “muhafazakar”. Hem de “tuzlu su muhafazakarları”. Bu durumda, Söke gibi, Nazilli gibi, Akhisar gibi bugüne kadar tarihsel olarak Serbest Cumhuriyet Fırkası, Demokrat Parti ve Adalet Partisi hegemonyasının en etkin olduğu yerlerde, genelde son 30 yılda, ama en çok da 2001 programıyla toprağından olan, tütünden, pamuktan kopan, kent merkezlerine göç edip işçileşen insanlar da mı “tuzlu su muhafazakarı”? Çünkü bu merkezlerde hayır oranları yüzde 65 ile 70 arasında değişiyor.


Referandumda MHP oylarının İç ve Doğu Anadolu’da, evet tavrı ekseninde AKP’ye kayarken, Batı Anadolu’da hayır tavrı içinde muhafaza edildiğini gördük. Bu farkı nasıl açıklayabiliriz?

Evren: İzmir’de neoliberal mülksüzleşme programının sanayi üretimini, ticareti bitiren yanıyla Batı Anadolu kentlerinin tarımsal çözülmelerine yol açan yanı birbirinden ayrı düşünülemez. Bu tepkiler kıyıda kendisini giderek CHP üzerinden ifade ediyorsa da, siyasal tepkiler CHP’nin karşılayabileceği taleplerin ötesine geçiyor. CHP, bir bakıma bu tepkiler karşısında bir tampon işlevi görüyor. İlginç olansa, kitapta saptadığımız bir başka olgu. O da iç kesimlerde, yani bugüne kadar geleneksel olarak Demokrat Parti, Adalet Partisi gibi merkez sağ projelerin doğumuna ve büyümesine imkan sağlamış Batı Anadolu kentlerinde MHP’nin yepyeni bir siyasal taban kazanmış olması. Yeni olan olgu bu. Hem MHP, 80 öncesi hemen hiç varlık gösteremediği bir bölgede büyük bir oy patlaması yaşıyor hem de bölgenin özellikle sosyoekonomik olarak kaybedenleri, yoksul Kürt göçünün, Kürt ucuz emeğinin yöneldiği yerleşimlerde tepkilerini giderek gerici temelde MHP üzerinden ifade ediyor.

Deniz: Bölgede yapacağınız bir turda, CHP ile MHP’nin siyasal sembolleri arasındaki mesafenin büyük oranda kapandığını görebilirsiniz. Bu da hayır cephesinin Batı Anadolu’da bloklaşmasının önünü açmış görünüyor. Orta Anadolu’da ve Erzurum gibi kentlerde ise MHP’nin tabanı, AKP’nin önderliğindeki hegemonya bloğunun çekimine girmiş görünüyor. Bu bölgelerde Gülen cemaatinin aktif çalışmış olması, Alevi ve Kürt düşmanlığının Erdoğan’ın ağzından soy sop tartışmaları aracılığıyla propagandaya dahil edilmesi de düşünüldüğünde dinsel muhafazakarlığın MHP tabanında ayrışmayı tetiklediği görülüyor. Bu referandum bu bakımdan MHP’nin ne kadar çatışmalı, çelişkili bir tabanı bir arada tutmaya çalıştığını ve bu noktada da elinin son derece zayıf olduğunu açıklıkla gösterdi. Referandumun her anlamda kaybedeni onun için MHP diyebiliriz. MHP’nin önünde iki seçenek var. Ya daha laik bir milliyetçilik/ulusalcılık üzerinden CHP’yle Batı Anadolu’da ve Akdeniz’de yarışan bir parti olacak ya da liberal-muhafazakar hegemonyanın zorlamaları doğrultusunda yeni hegemonyanın arzuladığı makbul bir milliyetçilik anlayışını daha dinsel temelde kabul ederek kadro, ideoloji ve söylem düzeyinde yeniden yapılanacak.


Geleneksel olarak kendini “solcu” diye niteleyen sosyal demokrat kesimlerde Kürt göçü karşısında ortaya konan şoven eğilimler, iflah olmaz gerici bir ayrışmaya mı işaret ediyor? Bu kitleler ilerici siyasi potansiyellerini mutlak olarak tüketmiş midir?

Deniz: Sonuçta pusulasız yolda milliyetçilik, en kolay açıklama biçimi. “Kürtler geldi, her şey bozuldu” hissiyatı bu bakımdan hem bu kesimlerin sınıf talepleri ekseninde kaybeden Kürt emekçileriyle kardeşlik temelinde birliğini sağlayacak bir dilden uzaklaşmasına neden oluyor hem de Kürt sorunu sözkonusu olduğunda siyasetler üstü bir ortak linç kültürünün gelişmesine neden olabiliyor. Bu noktada kitapta kendi makalemizde ısrarla şunu belirttik, ki sorunuz da bununla ilgili: İzmir özelinde nostaljik sembollerin, maskların, Atatürk resimlerinin, bayrakların giderek ön plana çıkışı, şimdiden duyulan rahatsızlığın göstergesi.

Mülksüzleşen, şimdiden duyduğu rahatsızlığı geçmişin nostaljik sembollerine daha fazla sarılarak ifade etme gereği duyan kesimlerin tepkilerinin ilerici ya da gerici içerik kazanmasını belirleyen şey, hangi sınıf kesimleriyle hangi program temelinde ittifak yaptıklarıdır. Mesela linç girişimleri, Kürt göçmenlere karşı etnikleşen tepkiler tüm bunlar tepkilerin gerici bir içerik kazanabildiği anı gösteriyor. Ama diğer yandan TEKEL işçilerine destek amaçlı gerçekleştirilen bir günlük greve tüm ülkede en büyük desteğin, katılımın İzmir’de olduğu da unutuluyor. Bütün kent bunu yaşadı, hissetti. Vapur işgallerinde, otobüslerin çalışmamasında. Kaç kişi o gün Tekel işçilerinin etnik kökenine baktı? “İzmir’deki Tekel işçileri Muş’luymuş, Diyarbakır’lıymış, Kürt’müş, destek vermeyelim” diyen kaç kişi oldu? O gün sınıf taleplerinin etnik taleplerin önüne geçmesi sayesinde çatışma yerine kardeşlik formülü öne çıkabildi. Aslında 4 Şubat grevi, İzmir’de çıkış programını gösterdi. Tekel direnişinin izinden giderek gösterdi hem de. Anlatmaya çalıştığımız şey de bu aslında. Kaybeden alt orta sınıflarla işçi sınıfını ve mülksüzleşen köylülüğü doğru talepler ekseninde ilerici bir siyasal hat içinde birleştiren bir perspektifin eksikliği, tepkilerin şoven-ırkçı temelde ifade edilmesine ve resmi ideolojinin hemen tüm partilerinin üzerinde birleştiği boğazlaşma formülüne egemenler adına teslim olmaya kapı açıyor.


Yeni dönem, bu siyasi tablo içinde ne gibi sonuçlara gebe?

Deniz ve Evren: Bir bakıma yeni dönemde İslami meseleler tüm partilerin siyasal anlamda ortak yükü haline gelecek ve bu nedenle de piyasacı-Amerikancı-muhafazakar hegemonya karşısında meydan okuyacak kuvvetler daha da sınırlı manevra alanına sahip olacak. Tüm güçler, bu hegemonya ile uyumlu hale getiriliyor. Fakat bu, sosyalist hareketler açısından da tarihsel bir döneme işaret ediyor. Bir çözüm perspektifi içinde Türkiye’nin burjuva demokratik kazanımlarının savunulması, kaybedenlerin tepkilerini bir karşı hegemonya projesi geliştirerek ortak bir çözümde birleştirme iradesinin ortaya çıkarılması, Tekel direnişi örneğinde de görüldüğü üzere sınıfın bir arada yaşamaya dönük kendi “mahalle modeli”ni yeniden ortaya koyması, küçük ama anlamlı çözüm modelleriyle emekçilerin karşısına çıkabilecek projelerin geliştirilmesi adına tarihsel bir dönemden geçtiğimizi düşünüyorum. Türkiye oraya gidiyor, referandum bunun işaretlerini verdi. Sosyalist parti ve hareketlerinse önlerine konan bu tarihsel göreve dönük stratejileri ve hazırlıkları ne durumda, en tartışılacak yanlardan birisi bu şu aşamada. Çünkü tehdidin büyüklüğüyle onu göğüsleyebilecek araçların imkanları arasındaki mesafe dikkat çekmeyecek gibi değil. Bunun hem öznel hem de nesnel nedenleri var kuşkusuz. Ama bir yerden başlamak gerekiyor; referandumda ortaya konulan birliktelik iradesinin, bir “ortak çözüm” programı çerçevesinde ilerlemesi olasılığı, gözardı edilmemesi gereken tarihsel bir fırsat.

Değişen İzmir’i anlatan kitabın yol hikayesi…

Evren: Kitabın yol hikâyesi temel bir tespitle başladı. İzmir’in ve onunla iktisadi düzeyde bütünleşmiş Batı Anadolu yerleşimlerinin bir dönüşüm sürecinde olduğuydu bu tespit. Ancak kente ilişkin tartışmalar, ülkedeki genel siyasal kutuplaşmaya feda edildiğinden anlamaya dönük bir çerçeve geliştirilmesi giderek zorlaşmaktaydı. Bizi aslında uzun süredir aklımızı kurcalayan bu sorulara daha derinden, ekonomi politik bir yöntem dahilinde yanıtlar aramaya iten de bu kutuplaşma oldu. Çünkü kent son yıllarda giderek ya topyekün modernliğin/laikliğin ya da ırkçılığın, faşizmin başkenti olarak resmedilir olmuştu. Biz gerçeklikle bağını koparmış olan bu ikili kutuplaşmanın dışına çıkarak, İzmir’i kendi tarihsel gerçekliği içinde kavramak ve bu çarpık tahlillere bilimsel düzeyde müdahale etmek istedik.

Deniz: Bir sorunu çözmenin yolu, önce onu doğru tahlil etmekten geçiyor. Kitaba başlarken, aklımızda hep aynı soruyu taşıdık: Derinlerde yatan dönüşüm nedir bu bölgede? O nedenle ekonomi politik bir dönüşüm çerçevesi çizdik. Merceği İzmir’in liman kent olma özelliğine odakladık. İzmir’le bütünleşmiş yerleşim bölgelerini de bu dönüşümden bağımsız okuyamayacağımızı söyledik. Yaklaşık bir yıllık emeğin ardından 20 bilim insanının katkılarıyla bu kolektif eseri, Değişen İzmir’i Anlamak adlı yapıtı ortaya çıkardık. Sonuç olarak kitap ekonomi-politik perspektifle, liman kenti olarak İzmir’i uluslararası, ulusal ve bölgesel ölçeklerdeki konumlanışı üzerinden çok boyutlu olarak inceledi ve her bir uğraktaki dönüşümlere odaklanan makaleler bütünü olarak ortaya çıktı. Ve İzmir’in de diğer tüm kentler gibi, farklı sınıfsal, etnik, mekânsal ve siyasal fay hatlarını içinden geçiren bir kent olduğunun altını çizdi. O nedenle de yalnızca İzmir’i değil son dönemlerin Türkiye’sini analiz etmek isteyenler açısından da önemli bir kaynak eser ortaya çıktı diyebiliriz.

İzmir iflah olmaz mı?

Evren: Toplumsal dönüşümler karşısında açığa çıkan siyasal tepkiler oldukça farklı biçimler altında kendisini ifade edebiliyor. Burada söz konusu olan tepkisellik, sınıf tepkilerinin etnikleşmesi ile yan yana ilerliyor. Burada sorunuzla bağlantılı biçimde birlikte düşünülmesi gereken olgu, ekonomik süreçlerden dışlanan, mülksüzleşen orta sınıf katmanlarının, tütünden, pamuktan koparılan, kendi toprağında işçileşmiş Batı Anadolu köylüsünün Kürt göçü üzerinden kötü gidişe milliyetçi bir açıklama tarzı geliştirmesi.

Bölgede CHP-AKP kutuplaşmasını aşan bir tepkisellik sorunu ve temsiliyet açığı var diye düşünüyoruz. Ama, “şimdi”den, örneğin sürdürülen piyasacı, üretimi dışlayan, tarımı çökerten birikim modelinden, AKP’den, dolayısıyla hayatın gidişinden memnun olmayanların her türlü tepkisini “gerici” karakterde görmek, ancak neoliberal sol ile muhafazakar perspektifin sahiplenebileceği bir bakış açısı.

Milliyetçilik evrilirken…

Evren: Referandum sürecinde AKP’nin neoliberal-muhafazakar projesi kapsamında kurduğu ittifaklara bakalım. Bir yanında Saadet Partisi, diğer yanında Büyük Birlik Partisi, öte tarafta yine Şener’in Türkiye Partisi. Tabanda İslami dozun öne çıktığı bir İslam-Türk Sentezi resmi.

Deniz: Türkiye’de siyaset, yeni bir rejim, yeni bir resmi ideoloji ve yeni bir hegemonya doğrultusunda yeniden yapılandırılıyor. MHP de bu yapılanmanın dışında kalmayacak, öyle görünüyor. Bu süreçte MHP’nin ulusalcı (laik milliyetçilik) temelinden uzaklaştırılacağını öngörebiliriz. Bunun yukarıdan aşağıya zor yoluyla bir tasfiye operasyonu olmayacağının garantisini ise kimse veremez.

Evren: Önümüzdeki süreçte liberal-muhafazakar hegemonya doğrultusunda partiler yeniden yapılandırılırken CHP’yi muhafazakarlıkla uyumlu daha piyasacı-liberal bir parti, MHP’yi de dinsel anlamda muhafazakarlığı daha görünür bir parti olarak görebiliriz. Bu bakımdan bütün partilerin post-Kemalist (Kemalizm sonrası) bir dönemin partileri haline getirilmeye başlandığını ve milliyetçiliğin de bu temelde yeniden yapılandırılacağını, restore edileceğini, uyumlulaştırılacağını söylemek mümkün.

SENDİK.ORG İNTERNET SİTESİ RÖPORTAJI: DEĞİŞEN İZMİR'İ NASIL BİLİRSİNİZ?

İzmir’i nasıl anlamalı? Gavur İzmir olarak mı, yoksa laik Cumhuriyet elitlerinin son kalesi olarak mı? Statükocu İzmir mi demeli, yoksa tuzlu su muhafazakarlığının ana vatanı mı? Deniz Yıldırım’ın da dediği gibi, sosyal dönüşümler böyle anlaşılamaz, sınıf eksenli bir bakış gerektirir. Deniz Yıldırım ve Evren Haspolat’ın yayına hazırladığı “Değişen İzmir’i Anlamak” İzmir’in yaşadığı sosyal siyasal dönüşüme sınıfsal dinamiklerini analiz ederek ışık tutan, mutlaka okunması gereken bir kitap. Yıldırım ve Haspolat’la yaptığımız söyleşide, Batı Anadolu milliyetçiliğinin hangi dinamiklerden beslendiği ve milliyetçiliğin yaşadığı evrimsel sürecin nasıl ele alınması gerektiğini konuştuk. Yazarlar, anaakım medyanın ve liberallerin analizlerinin sığlığında kaybolan çarpıcı bulgulara işaret ediyor.

“İzmir’in ve İzmir’le iktisadi düzeyde bütünleşmiş yerleşimlerin neoliberalizmin, finansallaşmanın kaybedenleri olduğunu ifade ettik bu kitapta”

“Nostaljik sembollerin, maskların, Atatürk resimlerinin, bayrakların giderek ön plana çıkışı, bugünden duyulan rahatsızlığın göstergesi”

“Tepkilerin ilerici ya da gerici içerik kazanmasını belirleyen şey, hangi sınıf kesimleriyle hangi program temelinde ittifak yapıldığıdır”


***

“Bir Kitabın Yol Hikâyesi” başlıklı giriş yazısı sizin imzanızı taşıyor. Kitabın yol hikayesini bize de özetle anlatabilir misiniz?

Evren Haspolat: Kitabın yol hikâyesi temel bir tespitle başladı. İzmir’in ve onunla iktisadi düzeyde bütünleşmiş Batı Anadolu yerleşimlerinin bir dönüşüm sürecinde olduğuydu bu tespit. Ancak kente ilişkin tartışmalar, ülkedeki genel siyasal kutuplaşmaya feda edildiğinden anlamaya dönük bir çerçeve geliştirilmesi giderek zorlaşmaktaydı. Bizi aslında uzun süredir aklımızı kurcalayan bu sorulara daha derinden, ekonomi politik bir yöntem dahilinde yanıtlar aramaya iten de bu kutuplaşma oldu. Çünkü kent son yıllarda giderek ya topyekün modernliğin/laikliğin ya da ırkçılığın, faşizmin başkenti olarak resmedilir olmuştu. Biz gerçeklikle bağını koparmış olan bu ikili kutuplaşmanın dışına çıkarak, İzmir’i kendi tarihsel gerçekliği içinde kavramak ve bu çarpık tahlillere bilimsel düzeyde müdahale etmek istedik.

Deniz Yıldırım: Bir sorunu çözmenin yolu, önce onu doğru tahlil etmekten geçiyor. Kitaba başlarken, aklımızda hep aynı soruyu taşıdık: Derinlerde yatan dönüşüm nedir bu bölgede? O nedenle ekonomi politik bir dönüşüm çerçevesi çizdik. Merceği İzmir’in liman kent olma özelliğine odakladık. İzmir’le bütünleşmiş yerleşim bölgelerini de bu dönüşümden bağımsız okuyamayacağımızı söyledik. Yaklaşık bir yıllık emeğin ardından 20 bilim insanının katkılarıyla bu kolektif eseri, Değişen İzmir’i Anlamak adlı yapıtı ortaya çıkardık. Sonuç olarak kitap ekonomi-politik perspektifle, liman kenti olarak İzmir’i uluslararası, ulusal ve bölgesel ölçeklerdeki konumlanışı üzerinden çok boyutlu olarak inceledi ve her bir uğraktaki dönüşümlere odaklanan makaleler bütünü olarak ortaya çıktı. Ve İzmir’in de diğer tüm kentler gibi, farklı sınıfsal, etnik, mekânsal ve siyasal fay hatlarını içinden geçiren bir kent olduğunun altını çizdi. O nedenle de yalnızca İzmir’i değil son dönemlerin Türkiye’sini analiz etmek isteyenler açısından da önemli bir kaynak eser ortaya çıktı diyebiliriz. Takdir elbette okuyucuların.


Sizin makalenizde ortaya koyduğunuz kimi önemli tezler var. Bunları elbette tek tek burada açma şansımız yok, ama kısaca özetler misiniz?

Evren: Elbette. İzmir’i bir liman kenti olarak hem içinde işlediği dünya sistemi hem de onun bütünleşmiş bölge bütünlüğü içinde bir değerlendirmeye tabi tuttuk diyebiliriz. Özellikle kentsel sermaye bloğunun Türkiye’nin 1980 sonrasındaki birikim rejimiyle birlikte iktidar bloğu içindeki eski temsil olanaklarını ve belirleyici gücünü yitirdiğini belirttik ve bunun izlerini hem Türkiye siyasetiyle hem de bölgenin geri kalanıyla ayrışan siyasal tercihlere ilişkin bir analizle sürdük. İzmir’in ve İzmir’le iktisadi düzeyde bütünleşmiş yerleşimlerin neoliberalizmin, finansallaşmanın kaybedenleri olduğunu ifade ettik. Özellikle kent merkezinde sosyo-ekonomik açıdan gerileyen orta sınıf katmanlarını da kendi diline eklemleyen yeni ulusalcı dilin giderek CHP’de kümelendiği bu dönemde, tarımda mülksüzleşmenin yoğun olarak yaşandığı ve göçün kentsel etnik gerilimi yoğunlaştırdığı iç yerleşimlerde tepkileri MHP’nin kırsalın diline tercüme ettiğini saptadık.


Referandumda da gördük ki İzmir ve Ege illeri Hayır oyu verdi. Bu da bölgedeki dönüşümleri anlama gerekliliğini arttırdı. Siz medyadaki tartışmalara baktığınızda nasıl bir değerlendirme yapıyorsunuz?

Deniz: Şunu açıkça belirtmekte yarar var: İzmir de diğer kentler gibi. Yani kendi içinde Sultanbeyli de var, Nişantaşı da. O nedenle dönüşüm eksenlerini kentlerin içinde taşıdığı fay hatlarını görmezden gelerek ele alırsanız orada en baştan bilimsel sakatlık oluşur. Mesela “tuzlu su muhafazakarlığı” tanımlaması tam da bu sakatlığı taşıyor. Kendinden menkul bir demokratikleşme tahayyülü geliştirip egemen dil içinden konuşarak karşıtını “statüko”yla, “muhafazakarlık”la, “elitler”le ilişkilendirmesi. Bizim kitapta kurduğumuz çerçeve, sorduğumuz sorular vasıtasıyla bu pozisyonu ve dilini sorguluyor. Böyle açıklanmaz sosyal dönüşümler. İzmir’deki tepkiselliğin bir benzeri de bu dilde saklı. Zaten biraz da birbirini üretiyor. Mesela şurası önemli: diyelim ki “sahiller”, en çok da burada İzmir’in kastedildiği görülüyor zaten, “muhafazakar”. Hem de “tuzlu su muhafazakarları”. Bu durumda, Söke gibi, Nazilli gibi, Akhisar gibi bugüne kadar tarihsel olarak Serbest Cumhuriyet Fırkası, Demokrat Parti ve Adalet Partisi hegemonyasının en etkin olduğu yerlerde, genelde son 30 yılda, ama en çok da 2001 programıyla toprağından olan, tütünden, pamuktan kopan, kent merkezlerine göç edip işçileşen insanlar da mı “tuzlu su muhafazakarı”? Çünkü bu merkezlerde hayır oranları yüzde 65 ile 70 arasında değişiyor.


Referandumda MHP oylarının İç ve Doğu Anadolu’da, evet tavrı ekseninde AKP’ye kayarken, Batı Anadolu’da hayır tavrı içinde muhafaza edildiğini gördük. Bu farkı nasıl açıklayabiliriz?

Evren: Bizim kitapta ortaya koyduğumuz perspektife göre, Batı Anadolu kentlerini, liman kent İzmir’le geliştiregeldikleri tarihsel iktisadi bağdan ayrı olarak ele almak mümkün değil. Dolayısıyla İzmir’de neoliberal mülksüzleşme programının sanayi üretimini, ticareti bitiren yanıyla Batı Anadolu kentlerinin tarımsal çözülmelerine yol açan yanı birbirinden ayrı düşünülemez. Bu tepkiler kıyıda kendisini giderek CHP üzerinden ifade ediyorsa da, siyasal tepkiler CHP’nin karşılayabileceği taleplerin ötesine geçiyor. CHP, bir bakıma bu tepkiler karşısında bir tampon işlevi görüyor. İlginç olansa, kitapta saptadığımız bir başka olgu. O da iç kesimlerde, yani bugüne kadar geleneksel olarak Demokrat Parti, Adalet Partisi gibi merkez sağ projelerin doğumuna ve büyümesine imkan sağlamış Batı Anadolu kentlerinde MHP’nin yepyeni bir siyasal taban kazanmış olması. Yeni olan olgu bu. Hem MHP, 80 öncesi hemen hiç varlık gösteremediği bir bölgede büyük bir oy patlaması yaşıyor hem de bölgenin özellikle sosyoekonomik olarak kaybedenleri, yoksul Kürt göçünün, Kürt ucuz emeğinin yöneldiği yerleşimlerde tepkilerini giderek gerici temelde MHP üzerinden ifade ediyor. Buna Nazilli, Söke gibi Adnan Menderes’in kalesi durumundaki yerleşimleri örnek verebiliriz. Bu hat, Manisa, Balıkesir, Aydın ve kısmen Muğla’yı içine alır. Özellikle bu kentlerde tarımsal üretimde, tütünde, pamukta uzmanlaşmış, ancak son 30 yılda mülksüzleşmiş, kaybeden kesimler için MHP, siyasal bir alternatif haline gelirken aynı zamanda kıyıda CHP’de ifadesini bulan daha laik, daha kentsoylu tepki biçimlerini, kırsala daha muhafazakar temelde tercüme etmenin aracı oldu.

Deniz: Bölgede yapacağınız bir turda, CHP ile MHP’nin siyasal sembolleri arasındaki mesafenin büyük oranda kapandığını görebilirsiniz. Bu da hayır cephesinin Batı Anadolu’da bloklaşmasının önünü açmış görünüyor. Orta Anadolu’da ve Erzurum gibi kentlerde ise MHP’nin tabanı, AKP’nin önderliğindeki hegemonya bloğunun çekimine girmiş görünüyor. Bu bölgelerde Gülen cemaatinin aktif çalışmış olması, Alevi ve Kürt düşmanlığının Erdoğan’ın ağzından soy sop tartışmaları aracılığıyla propagandaya dahil edilmesi de düşünüldüğünde dinsel muhafazakarlığın MHP tabanında ayrışmayı tetiklediği görülüyor. Bu referandum bu bakımdan MHP’nin ne kadar çatışmalı, çelişkili bir tabanı bir arada tutmaya çalıştığını ve bu noktada da elinin son derece zayıf olduğunu açıklıkla gösterdi. Referandumun her anlamda kaybedeni onun için MHP diyebiliriz. MHP’nin önünde iki seçenek var. Ya daha laik bir milliyetçilik/ulusalcılık üzerinden CHP’yle Batı Anadolu’da ve Akdeniz’de yarışan bir parti olacak ya da liberal-muhafazakar hegemonyanın zorlamaları doğrultusunda yeni hegemonyanın arzuladığı makbul bir milliyetçilik anlayışını daha dinsel temelde kabul ederek kadro, ideoloji ve söylem düzeyinde yeniden yapılanacak.


Batı Anadolu’da geleneksel olarak kendini “solcu” diye niteleyen sosyal demokrat kesimlerde Kürt göçü karşısında ortaya konan şoven eğilimler, iflah olmaz gerici bir ayrışmaya mı işaret ediyor? Bu kitleler ilerici siyasi potansiyellerini mutlak olarak tüketmiş midir?

Evren: Toplumsal dönüşümler karşısında açığa çıkan siyasal tepkiler oldukça farklı biçimler altında kendisini ifade edebiliyor. Burada söz konusu olan tepkisellik, sınıf tepkilerinin etnikleşmesi ile yan yana ilerliyor.

Burada sorunuzla bağlantılı biçimde birlikte düşünülmesi gereken olgu, ekonomik süreçlerden dışlanan, mülksüzleşen orta sınıf katmanlarının, tütünden, pamuktan koparılan, kendi toprağında işçileşmiş Batı Anadolu köylüsünün Kürt göçü üzerinden kötü gidişe milliyetçi bir açıklama tarzı geliştirmesi.

Deniz: Sonuçta pusulasız yolda milliyetçilik, en kolay açıklama biçimi. “Kürtler geldi, her şey bozuldu” hissiyatı bu bakımdan hem bu kesimlerin sınıf talepleri ekseninde kaybeden Kürt emekçileriyle kardeşlik temelinde birliğini sağlayacak bir dilden uzaklaşmasına neden oluyor hem de Kürt sorunu sözkonusu olduğunda siyasetler üstü bir ortak linç kültürünün gelişmesine neden olabiliyor. Bu noktada kitapta kendi makalemizde ısrarla şunu belirttik, ki sorunuz da bununla ilgili: İzmir özelinde nostaljik sembollerin, maskların, Atatürk resimlerinin, bayrakların giderek ön plana çıkışı, şimdiden duyulan rahatsızlığın göstergesi.

Evren: Bölgede CHP-AKP kutuplaşmasını aşan bir tepkisellik sorunu ve temsiliyet açığı var diye düşünüyoruz. Ama, “şimdi”den, örneğin sürdürülen piyasacı, üretimi dışlayan, tarımı çökerten birikim modelinden, AKP’den, dolayısıyla hayatın gidişinden memnun olmayanların her türlü tepkisini “gerici” karakterde görmek, ancak neoliberal sol ile muhafazakar perspektifin sahiplenebileceği bir bakış açısı.

Deniz: Sonuçta mülksüzleşen, şimdiden duyduğu rahatsızlığı geçmişin nostaljik sembollerine daha fazla sarılarak ifade etme gereği duyan kesimlerin tepkilerinin ilerici ya da gerici içerik kazanmasını belirleyen şey, hangi sınıf kesimleriyle hangi program temelinde ittifak yaptıklarıdır. Mesela linç girişimleri, Kürt göçmenlere karşı etnikleşen tepkiler tüm bunlar tepkilerin gerici bir içerik kazanabildiği anı gösteriyor. Ama diğer yandan TEKEL işçilerine destek amaçlı gerçekleştirilen bir günlük greve tüm ülkede en büyük desteğin, katılımın İzmir’de olduğu da unutuluyor. Bütün kent bunu yaşadı, hissetti. Vapur işgallerinde, otobüslerin çalışmamasında. Kaç kişi o gün Tekel işçilerinin etnik kökenine baktı? “İzmir’deki Tekel işçileri Muş’luymuş, Diyarbakır’lıymış, Kürt’müş, destek vermeyelim” diyen kaç kişi oldu? O gün sınıf taleplerinin etnik taleplerin önüne geçmesi sayesinde çatışma yerine kardeşlik formülü öne çıkabildi. Aslında 4 Şubat grevi, İzmir’de çıkış programını gösterdi. Tekel direnişinin izinden giderek gösterdi hem de. Anlatmaya çalıştığımız şey de bu aslında. Kaybeden alt orta sınıflarla işçi sınıfını ve mülksüzleşen köylülüğü doğru talepler ekseninde ilerici bir siyasal hat içinde birleştiren bir perspektifin eksikliği, tepkilerin şoven-ırkçı temelde ifade edilmesine ve resmi ideolojinin hemen tüm partilerinin üzerinde birleştiği boğazlaşma formülüne egemenler adına teslim olmaya kapı açıyor. Kaybedenleri birleştirecek ilerici bir siyasal alternatifin olmadığı yerde, boğazlaşma seçeneği öne çıkıyor. O nedenle Türkiye’de kaybedenleri birleştirecek formül, iç savaşlardan korunma formülü oldu. Bu formülü üretmenin ilk adımıysa, sorunları doğru saptamak. Kitabın İzmir özelinde bunu yaptığını düşünüyoruz."


Referandum sonrasında MHP için yapılan yenilgi ve tükeniş yorumlarını nasıl değerlendiriyorsunuz? Milliyetçilik mi tükeniyor? Bir tür milliyetçilik ömrünü tüketirken, yeni bir tür milliyetçilik / milliyetçilikler mi türüyor?


Evren: Referandum sürecinde AKP’nin neoliberal-muhafazakar projesi kapsamında kurduğu ittifaklara bakalım. Bir yanında Saadet Partisi, diğer yanında Büyük Birlik Partisi, öte tarafta yine Şener’in Türkiye Partisi. Tabanda İslami dozun öne çıktığı bir İslam-Türk Sentezi resmi.

Deniz: Türkiye’de siyaset, yeni bir rejim, yeni bir resmi ideoloji ve yeni bir hegemonya doğrultusunda yeniden yapılandırılıyor. MHP de bu yapılanmanın dışında kalmayacak, öyle görünüyor. Bu süreçte MHP’nin ulusalcı (laik milliyetçilik) temelinden uzaklaştırılacağını öngörebiliriz. Bunun yukarıdan aşağıya zor yoluyla bir tasfiye operasyonu olmayacağının garantisini ise kimse veremez.

Evren: Önümüzdeki süreçte liberal-muhafazakar hegemonya doğrultusunda partiler yeniden yapılandırılırken CHP’yi muhafazakarlıkla uyumlu daha piyasacı-liberal bir parti, MHP’yi de dinsel anlamda muhafazakarlığı daha görünür bir parti olarak görebiliriz. Bu bakımdan bütün partilerin post-Kemalist (Kemalizm sonrası) bir dönemin partileri haline getirilmeye başlandığını ve milliyetçiliğin de bu temelde yeniden yapılandırılacağını, restore edileceğini, uyumlulaştırılacağını söylemek mümkün.


Yeni dönem, bu siyasal tablo içinde ne gibi sonuçlara gebe?

Deniz ve Evren: Bir bakıma yeni dönemde İslami meseleler tüm partilerin siyasal anlamda ortak yükü haline gelecek ve bu nedenle de piyasacı-Amerikancı-muhafazakar hegemonya karşısında meydan okuyacak kuvvetler daha da sınırlı manevra alanına sahip olacak. Tüm güçler, bu hegemonya ile uyumlu hale getiriliyor. Fakat bu, sosyalist hareketler açısından da tarihsel bir döneme işaret ediyor. Bir çözüm perspektifi içinde Türkiye’nin burjuva demokratik kazanımlarının savunulması, kaybedenlerin tepkilerini bir karşı hegemonya projesi geliştirerek ortak bir çözümde birleştirme iradesinin ortaya çıkarılması, Tekel direnişi örneğinde de görüldüğü üzere sınıfın bir arada yaşamaya dönük kendi “mahalle modeli”ni yeniden ortaya koyması, küçük ama anlamlı çözüm modelleriyle emekçilerin karşısına çıkabilecek projelerin geliştirilmesi adına tarihsel bir dönemden geçtiğimizi düşünüyorum. Türkiye oraya gidiyor, referandum bunun işaretlerini verdi. Sosyalist parti ve hareketlerinse önlerine konan bu tarihsel göreve dönük stratejileri ve hazırlıkları ne durumda, en tartışılacak yanlardan birisi bu şu aşamada. Çünkü tehdidin büyüklüğüyle onu göğüsleyebilecek araçların imkanları arasındaki mesafe dikkat çekmeyecek gibi değil. Bunun hem öznel hem de nesnel nedenleri var kuşkusuz. Ama bir yerden başlamak gerekiyor; referandumda ortaya konulan birliktelik iradesinin, bir “ortak çözüm” programı çerçevesinde ilerlemesi olasılığı, gözardı edilmemesi gereken tarihsel bir fırsat.