Kitabevlerinde...



08 Ocak 2012

SABAH GAZETESİ RÖPORTAJI: LİMAN KENT İZMİR KENDİNE YENİ BİR MODEL ARIYOR

Duygu Yayman-Soner Çağlar (fotoğraf)
Sabah Gazetesi-Egeli Eki-22.12.2011


http://displayer.prnet.com.tr/Displayer.aspx?GroupID=6292&ArticleID=48528529&SearchKey=&ActiveYear=2011

09 Kasım 2010

DEĞİŞEN İZMİR'İN PENCERESİNDEN DEĞİŞEN TÜRKİYE'Yİ ANLAMAK

İzmir'in de diğer tüm kentler gibi, içinden farklı sınıfsal, etnik, mekansal ve siyasal fay hatlarını geçiren bir kent olduğunu gösteren Değişen İzmir'i Anlamak kitabı, sadece İzmir'de neler olup bittiğini anlamak için değil, değişen Türkiye'yi ve değişimin muhtemel uğraklarını analiz etmek açısından da son derece dikkat çekici bir kaynak.


Handan Çağlayan-Bianet.org-06.11.2010


"Gavur", "Cumhuriyet değerlerinin temsilcisi", "ırkçı" "sosyal demokrasinin kalesi", "faşist"...

Epeyi zamandır İzmir sadece İzmir değil. Nitekim seçimlerden Cumhuriyet mitinglerine, DTP konvoyunun taşlanmasından referanduma değin her vesileyle yukarıda sıralanan nitelemelerden biriyle anılır oldu. İlkin 2002 seçimlerinde Genç Parti'nin aldığı yüksek oy oranı dikkatleri İzmir'e çekmişti. Sonraki seçimlerde sergilenen kararlı AKP karşıtlığı Türkiye'de yaşanan politik kutuplaşma ekseninde okundu ve bu durum kimilerine göre İzmir'in "gavur"luğunun kimilerine göreyse "Cumhuriyet değerlerinin kalesi" olmasının göstergesi olarak değerlendirildi. CHP'ye gösterilen teveccühü, kentin sosyal demokrat özünün tazahürü olarak olumlayanlar, DTP konvoyunun taşlanması karşısında suskunlaşırken bu kez de "faşist, ırkçı İzmir" yorumları yükseldi. İzmir her durumda "bu kentte neler oluyor" sorusunu gündeme getirdi ancak verilen yanıtlar, karşıt kutuplarda salınan yüzeysel değerlendirmeler olmanın ötesine pek geçmedi.

Aslında tüm bu ikilikler, siyasal yaşamımıza ve buna mukabil popüler entelektüel üretim düzeyine hakim olan yüzeyselliğin ve olguları tarihsel-toplumsal bağlamdan kopuk ak-kara gibi karşıtlıklar üzerinden değerlendirme alışkanlığının; başka bir ifade ile tarihsel yaklaşımın ve ekonomi-politik perspektifin noksanlığının sonucu.

İzmir'de neler olduğunun derinlikli bir değerlendirmesi için her şeyden önce anlık değil bir süreç olarak analiz edilmesi; dünyada, Türkiye'de ve kentte yaşanan iktisadi, sosyal, siyasal, kültürel değişim ve dönüşümleri hesaba katarak değerlendirilmesi gerektiği açık. İşte çiçeği burnunda iki genç araştırmacının, Deniz Yıldırım ve Evren Haspolat'ın "Değişen İzmir'i Anlamak" kitapları tam da böylesi bir çabanın ürünü. Yıldırım ve Haspolat, 600 sayfayı aşkın hacimli sayılabilecek derleme ile İzmir'de yaşanan dönüşümü tarihsel bağlamı içerisinde, ekonomik, toplumsal, siyasal, kültürel ve kentsel-mekansal boyutlarıyla masaya yatırıyorlar. Keskin bir kutuplaşma dili içinde İzmir'i çözümlemeye çalışmanın risklerinin farkında olarak, ortaya çıkardıkları kitabın hikayesini; "... gerçeklikle bağları kısmen koparılarak inşa edilen ve sıklıkla devreye sokulan özcü genelleme ve temsil biçimleri karşısında, İzmir'i AKP-CHP kutuplaşmasının ötesine uzanan, pergelin ucunu daha fazla ekonomi politiğe kıvıran bir yaklaşımla; suçlamadan, yüceltmeden olduğu gibi anlamaya çalışma ihtiyacı hiç olmadığı kadar fazlaydı. Bunu gerçekleştirmeye çalıştık" şeklinde özetliyorlar.

Bu çabada başarılı olduklarını belirtmek gerekir zira Değişen İzmir'i Anlamak, dönüşümün derinlerdeki izlerine odaklanmış bir kitap olarak ortaya çıkmış. Önce ekonomi politik bir dönüşüm çerçevesinin çizilmesi hedeflenerek uluslararası, ulusal ve bölgesel ölçekteki dönüşümlerin bir liman kenti olarak İzmir'de yol açtığı dönüşümler irdelenmiş. Ortaya kentin dünyadaki ekonomik dinamiklerin değişimine paralel pek çok liman kentiyle aynı kaderi paylaşarak iktisadi bir düşüş yaşamakta olduğu gerçeği çıkarılmış. Bu iktisadi dönüşüm bağlamında değerlendirildiğinde, politik tercihlerin zaman içindeki dönüşümünü açıklamak kolaylaşıyor.

Böylesi bir bağlamda siyasal dönüşümü analiz eden makaleler, bir yandan geçmişte DP'ye verilmiş büyük desteği anımsatarak AKP karşıtlığını salt kentin sosyal demokrat yaşam tarzına sahip çıkmakla açıklamanın yetersizliğini; diğer yandan da geçmişte DP'ye verilen destek ile bugün onun muadili sayılabilecek olan AKP'ye sergilenen karşıtlığın çelişki oluşturmadığını, aksine son derece anlaşılabilir olduğunu gösteriyor. Kitap, barındırdığı iktisadi gücüne paralel olarak Cumhuriyet tarihi boyunca siyasal iktidar içinde her zaman temsil edilmiş ve imtiyazlı bir yere sahip olan İzmir ve çevresinin, 1980 sonrası birikim rejimiyle birlikte iktisadi gücünü yitirdikçe siyasal belirleyiciliğini de yitirmeye başladığını; tutuculaşmanın, içe kapanmanın, dev maskların, "geçmişin icadı"nın bu koşullarla yakından alakalı olduğunu gözler önüne seriyor.

İzmir ve İzmir'le ekonomik olarak bütünleşmiş yerleşimler, neoliberalizm, üretime dayalı iktisadi faaliyetlerin yerini finans hareketlerine bırakması olarak özetlenebilecek dönüşümün kaybedenlerini oluşturuyor. Tam da bu noktadan hareketle kentte ve giderek bütün Batı Anadolu'da yükselen Kürt karşıtlığının, özellikle iç kesimlerin MHP'ye artan ilgisinin izlerini sorgulamak mümkün hale geliyor.

Kitabın sadece varolan gerçekliği analiz etmekle yetinmediğini, aksine değişimin olanaklarının da dert edildiği belirtilmeli. İzmir ve çevresinin, temelinde iktisadi çöküntü bulunan tepkileri, şimdilik milliyetçi, ötekileştirici bir mecraya kanalize edilmiş olsa bile, bu resimden yola çıkıp "faşist İzmir" nitelemesine ulaşmanın olsa olsa bu milliyetçi söyleme yarayacağından hareket eden yazarlar, başka kanalların izini sürmeyi de önemsemişler. Böylece kitabın son bölümü AKP-CHP-MHP eksenlerini aşan, tepkileri Kürtlere ya da başka "öteki"lere değil, kaybedişin esas kaynaklarına yöneltmeyi mümkün kılabilecek bir toplumsal muhalefetin imkanlarına odaklanmış. Böylece Dikili'deki toplumcu belediyecilik örneği ya da Bergama köylülerinin direnişi de kitabın kapsamına alınmış.

Sonuç olarak İzmir'in de diğer tüm kentler gibi, içinden farklı sınıfsal, etnik, mekansal ve siyasal fay hatlarını geçiren bir kent olduğunu gösteren Değişen İzmir'i Anlamak kitabı, sadece İzmir'de neler olup bittiğini anlamak için değil, değişen Türkiye'yi ve değişimin muhtemel uğraklarını analiz etmek açısından da son derece dikkat çekici bir kaynak. Günümüzde sosyal bilimlerde moda eğilimler göz önüne alındığında kitabın ekonomi politik perspektifin gerekliliğinin ve öneminin altını çizmesi de ayrıca önemli bir katkı olarak değerlendirilebilir. (HÇ/EÜ)

19 Ekim 2010

HALKIN SESİ GAZETESİ RÖPORTAJI-BATI ANADOLU MİLLİYETÇİLİĞİNİN SINIFSAL ANALİZİ: Sınıf Tepkileri Etnikleşince…



Halkın Sesi Gazetesi-15-28.10.2010



İzmir’i Nasıl Bilirsiniz?

İzmir’i nasıl anlamalı? Gavur İzmir olarak mı, yoksa laik Cumhuriyet elitlerinin son kalesi olarak mı? Statükocu İzmir mi demeli, yoksa tuzlu su muhafazakarlığının ana vatanı mı? Deniz Yıldırım’ın da dediği gibi, sosyal dönüşümler böyle anlaşılamaz, sınıf eksenli bir bakış gerektirir. Deniz Yıldırım ve Evren Haspolat’ın yayına hazırladığı “Değişen İzmir’i Anlamak” İzmir’in yaşadığı sosyal siyasal dönüşüme sınıfsal dinamiklerini analiz ederek ışık tutan, mutlaka okunması gereken bir kitap. Yıldırım ve Haspolat’la yaptığımız söyleşide, Batı Anadolu milliyetçiliğinin hangi dinamiklerden beslendiği ve milliyetçiliğin yaşadığı evrimsel sürecin nasıl ele alınması gerektiğini konuştuk. Yazarlar, anaakım medyanın ve liberallerin analizlerinin sığlığında kaybolan çarpıcı bulgulara işaret ediyor.


***

Değişen İzmir’i Anlamak’ta ortaya koyduğunuz kimi önemli tezler var. Bunları elbette tek tek burada açma şansımız yok, ama kısaca özetler misiniz?

Evren: İzmir’i bir liman kenti olarak hem içinde işlediği dünya sistemi hem de onun bütünleşmiş bölge bütünlüğü içinde bir değerlendirmeye tabi tuttuk diyebiliriz. Özellikle kentsel sermaye bloğunun Türkiye’nin 1980 sonrasındaki birikim rejimiyle birlikte iktidar bloğu içindeki eski temsil olanaklarını ve belirleyici gücünü yitirdiğini belirttik ve bunun izlerini hem Türkiye siyasetiyle hem de bölgenin geri kalanıyla ayrışan siyasal tercihlere ilişkin bir analizle sürdük. İzmir’in ve İzmir’le iktisadi düzeyde bütünleşmiş yerleşimlerin neoliberalizmin, finansallaşmanın kaybedenleri olduğunu ifade ettik. Özellikle kent merkezinde sosyo-ekonomik açıdan gerileyen orta sınıf katmanlarını da kendi diline eklemleyen yeni ulusalcı dilin giderek CHP’de kümelendiği bu dönemde, tarımda mülksüzleşmenin yoğun olarak yaşandığı ve göçün kentsel etnik gerilimi yoğunlaştırdığı iç yerleşimlerde tepkileri MHP’nin kırsalın diline tercüme ettiğini saptadık.


Referandumda da gördük ki İzmir ve Ege illeri Hayır oyu verdi. Bu da bölgedeki dönüşümleri anlama gerekliliğini arttırdı. Siz nasıl bir değerlendirme yapıyorsunuz?

Deniz: Şunu açıkça belirtmekte yarar var: İzmir de diğer kentler gibi. Yani kendi içinde Sultanbeyli de var, Nişantaşı da. O nedenle dönüşüm eksenlerini kentlerin içinde taşıdığı fay hatlarını görmezden gelerek ele alırsanız orada en baştan bilimsel sakatlık oluşur. Mesela “tuzlu su muhafazakarlığı” tanımlaması tam da bu sakatlığı taşıyor. Kendinden menkul bir demokratikleşme tahayyülü geliştirip egemen dil içinden konuşarak karşıtını “statüko”yla, “muhafazakarlık”la, “elitler”le ilişkilendirmesi. Bizim kitapta kurduğumuz çerçeve, sorduğumuz sorular vasıtasıyla bu pozisyonu ve dilini sorguluyor. Böyle açıklanmaz sosyal dönüşümler. İzmir’deki tepkiselliğin bir benzeri de bu dilde saklı. Zaten biraz da birbirini üretiyor. Mesela şurası önemli: diyelim ki “sahiller”, en çok da burada İzmir’in kastedildiği görülüyor zaten, “muhafazakar”. Hem de “tuzlu su muhafazakarları”. Bu durumda, Söke gibi, Nazilli gibi, Akhisar gibi bugüne kadar tarihsel olarak Serbest Cumhuriyet Fırkası, Demokrat Parti ve Adalet Partisi hegemonyasının en etkin olduğu yerlerde, genelde son 30 yılda, ama en çok da 2001 programıyla toprağından olan, tütünden, pamuktan kopan, kent merkezlerine göç edip işçileşen insanlar da mı “tuzlu su muhafazakarı”? Çünkü bu merkezlerde hayır oranları yüzde 65 ile 70 arasında değişiyor.


Referandumda MHP oylarının İç ve Doğu Anadolu’da, evet tavrı ekseninde AKP’ye kayarken, Batı Anadolu’da hayır tavrı içinde muhafaza edildiğini gördük. Bu farkı nasıl açıklayabiliriz?

Evren: İzmir’de neoliberal mülksüzleşme programının sanayi üretimini, ticareti bitiren yanıyla Batı Anadolu kentlerinin tarımsal çözülmelerine yol açan yanı birbirinden ayrı düşünülemez. Bu tepkiler kıyıda kendisini giderek CHP üzerinden ifade ediyorsa da, siyasal tepkiler CHP’nin karşılayabileceği taleplerin ötesine geçiyor. CHP, bir bakıma bu tepkiler karşısında bir tampon işlevi görüyor. İlginç olansa, kitapta saptadığımız bir başka olgu. O da iç kesimlerde, yani bugüne kadar geleneksel olarak Demokrat Parti, Adalet Partisi gibi merkez sağ projelerin doğumuna ve büyümesine imkan sağlamış Batı Anadolu kentlerinde MHP’nin yepyeni bir siyasal taban kazanmış olması. Yeni olan olgu bu. Hem MHP, 80 öncesi hemen hiç varlık gösteremediği bir bölgede büyük bir oy patlaması yaşıyor hem de bölgenin özellikle sosyoekonomik olarak kaybedenleri, yoksul Kürt göçünün, Kürt ucuz emeğinin yöneldiği yerleşimlerde tepkilerini giderek gerici temelde MHP üzerinden ifade ediyor.

Deniz: Bölgede yapacağınız bir turda, CHP ile MHP’nin siyasal sembolleri arasındaki mesafenin büyük oranda kapandığını görebilirsiniz. Bu da hayır cephesinin Batı Anadolu’da bloklaşmasının önünü açmış görünüyor. Orta Anadolu’da ve Erzurum gibi kentlerde ise MHP’nin tabanı, AKP’nin önderliğindeki hegemonya bloğunun çekimine girmiş görünüyor. Bu bölgelerde Gülen cemaatinin aktif çalışmış olması, Alevi ve Kürt düşmanlığının Erdoğan’ın ağzından soy sop tartışmaları aracılığıyla propagandaya dahil edilmesi de düşünüldüğünde dinsel muhafazakarlığın MHP tabanında ayrışmayı tetiklediği görülüyor. Bu referandum bu bakımdan MHP’nin ne kadar çatışmalı, çelişkili bir tabanı bir arada tutmaya çalıştığını ve bu noktada da elinin son derece zayıf olduğunu açıklıkla gösterdi. Referandumun her anlamda kaybedeni onun için MHP diyebiliriz. MHP’nin önünde iki seçenek var. Ya daha laik bir milliyetçilik/ulusalcılık üzerinden CHP’yle Batı Anadolu’da ve Akdeniz’de yarışan bir parti olacak ya da liberal-muhafazakar hegemonyanın zorlamaları doğrultusunda yeni hegemonyanın arzuladığı makbul bir milliyetçilik anlayışını daha dinsel temelde kabul ederek kadro, ideoloji ve söylem düzeyinde yeniden yapılanacak.


Geleneksel olarak kendini “solcu” diye niteleyen sosyal demokrat kesimlerde Kürt göçü karşısında ortaya konan şoven eğilimler, iflah olmaz gerici bir ayrışmaya mı işaret ediyor? Bu kitleler ilerici siyasi potansiyellerini mutlak olarak tüketmiş midir?

Deniz: Sonuçta pusulasız yolda milliyetçilik, en kolay açıklama biçimi. “Kürtler geldi, her şey bozuldu” hissiyatı bu bakımdan hem bu kesimlerin sınıf talepleri ekseninde kaybeden Kürt emekçileriyle kardeşlik temelinde birliğini sağlayacak bir dilden uzaklaşmasına neden oluyor hem de Kürt sorunu sözkonusu olduğunda siyasetler üstü bir ortak linç kültürünün gelişmesine neden olabiliyor. Bu noktada kitapta kendi makalemizde ısrarla şunu belirttik, ki sorunuz da bununla ilgili: İzmir özelinde nostaljik sembollerin, maskların, Atatürk resimlerinin, bayrakların giderek ön plana çıkışı, şimdiden duyulan rahatsızlığın göstergesi.

Mülksüzleşen, şimdiden duyduğu rahatsızlığı geçmişin nostaljik sembollerine daha fazla sarılarak ifade etme gereği duyan kesimlerin tepkilerinin ilerici ya da gerici içerik kazanmasını belirleyen şey, hangi sınıf kesimleriyle hangi program temelinde ittifak yaptıklarıdır. Mesela linç girişimleri, Kürt göçmenlere karşı etnikleşen tepkiler tüm bunlar tepkilerin gerici bir içerik kazanabildiği anı gösteriyor. Ama diğer yandan TEKEL işçilerine destek amaçlı gerçekleştirilen bir günlük greve tüm ülkede en büyük desteğin, katılımın İzmir’de olduğu da unutuluyor. Bütün kent bunu yaşadı, hissetti. Vapur işgallerinde, otobüslerin çalışmamasında. Kaç kişi o gün Tekel işçilerinin etnik kökenine baktı? “İzmir’deki Tekel işçileri Muş’luymuş, Diyarbakır’lıymış, Kürt’müş, destek vermeyelim” diyen kaç kişi oldu? O gün sınıf taleplerinin etnik taleplerin önüne geçmesi sayesinde çatışma yerine kardeşlik formülü öne çıkabildi. Aslında 4 Şubat grevi, İzmir’de çıkış programını gösterdi. Tekel direnişinin izinden giderek gösterdi hem de. Anlatmaya çalıştığımız şey de bu aslında. Kaybeden alt orta sınıflarla işçi sınıfını ve mülksüzleşen köylülüğü doğru talepler ekseninde ilerici bir siyasal hat içinde birleştiren bir perspektifin eksikliği, tepkilerin şoven-ırkçı temelde ifade edilmesine ve resmi ideolojinin hemen tüm partilerinin üzerinde birleştiği boğazlaşma formülüne egemenler adına teslim olmaya kapı açıyor.


Yeni dönem, bu siyasi tablo içinde ne gibi sonuçlara gebe?

Deniz ve Evren: Bir bakıma yeni dönemde İslami meseleler tüm partilerin siyasal anlamda ortak yükü haline gelecek ve bu nedenle de piyasacı-Amerikancı-muhafazakar hegemonya karşısında meydan okuyacak kuvvetler daha da sınırlı manevra alanına sahip olacak. Tüm güçler, bu hegemonya ile uyumlu hale getiriliyor. Fakat bu, sosyalist hareketler açısından da tarihsel bir döneme işaret ediyor. Bir çözüm perspektifi içinde Türkiye’nin burjuva demokratik kazanımlarının savunulması, kaybedenlerin tepkilerini bir karşı hegemonya projesi geliştirerek ortak bir çözümde birleştirme iradesinin ortaya çıkarılması, Tekel direnişi örneğinde de görüldüğü üzere sınıfın bir arada yaşamaya dönük kendi “mahalle modeli”ni yeniden ortaya koyması, küçük ama anlamlı çözüm modelleriyle emekçilerin karşısına çıkabilecek projelerin geliştirilmesi adına tarihsel bir dönemden geçtiğimizi düşünüyorum. Türkiye oraya gidiyor, referandum bunun işaretlerini verdi. Sosyalist parti ve hareketlerinse önlerine konan bu tarihsel göreve dönük stratejileri ve hazırlıkları ne durumda, en tartışılacak yanlardan birisi bu şu aşamada. Çünkü tehdidin büyüklüğüyle onu göğüsleyebilecek araçların imkanları arasındaki mesafe dikkat çekmeyecek gibi değil. Bunun hem öznel hem de nesnel nedenleri var kuşkusuz. Ama bir yerden başlamak gerekiyor; referandumda ortaya konulan birliktelik iradesinin, bir “ortak çözüm” programı çerçevesinde ilerlemesi olasılığı, gözardı edilmemesi gereken tarihsel bir fırsat.

Değişen İzmir’i anlatan kitabın yol hikayesi…

Evren: Kitabın yol hikâyesi temel bir tespitle başladı. İzmir’in ve onunla iktisadi düzeyde bütünleşmiş Batı Anadolu yerleşimlerinin bir dönüşüm sürecinde olduğuydu bu tespit. Ancak kente ilişkin tartışmalar, ülkedeki genel siyasal kutuplaşmaya feda edildiğinden anlamaya dönük bir çerçeve geliştirilmesi giderek zorlaşmaktaydı. Bizi aslında uzun süredir aklımızı kurcalayan bu sorulara daha derinden, ekonomi politik bir yöntem dahilinde yanıtlar aramaya iten de bu kutuplaşma oldu. Çünkü kent son yıllarda giderek ya topyekün modernliğin/laikliğin ya da ırkçılığın, faşizmin başkenti olarak resmedilir olmuştu. Biz gerçeklikle bağını koparmış olan bu ikili kutuplaşmanın dışına çıkarak, İzmir’i kendi tarihsel gerçekliği içinde kavramak ve bu çarpık tahlillere bilimsel düzeyde müdahale etmek istedik.

Deniz: Bir sorunu çözmenin yolu, önce onu doğru tahlil etmekten geçiyor. Kitaba başlarken, aklımızda hep aynı soruyu taşıdık: Derinlerde yatan dönüşüm nedir bu bölgede? O nedenle ekonomi politik bir dönüşüm çerçevesi çizdik. Merceği İzmir’in liman kent olma özelliğine odakladık. İzmir’le bütünleşmiş yerleşim bölgelerini de bu dönüşümden bağımsız okuyamayacağımızı söyledik. Yaklaşık bir yıllık emeğin ardından 20 bilim insanının katkılarıyla bu kolektif eseri, Değişen İzmir’i Anlamak adlı yapıtı ortaya çıkardık. Sonuç olarak kitap ekonomi-politik perspektifle, liman kenti olarak İzmir’i uluslararası, ulusal ve bölgesel ölçeklerdeki konumlanışı üzerinden çok boyutlu olarak inceledi ve her bir uğraktaki dönüşümlere odaklanan makaleler bütünü olarak ortaya çıktı. Ve İzmir’in de diğer tüm kentler gibi, farklı sınıfsal, etnik, mekânsal ve siyasal fay hatlarını içinden geçiren bir kent olduğunun altını çizdi. O nedenle de yalnızca İzmir’i değil son dönemlerin Türkiye’sini analiz etmek isteyenler açısından da önemli bir kaynak eser ortaya çıktı diyebiliriz.

İzmir iflah olmaz mı?

Evren: Toplumsal dönüşümler karşısında açığa çıkan siyasal tepkiler oldukça farklı biçimler altında kendisini ifade edebiliyor. Burada söz konusu olan tepkisellik, sınıf tepkilerinin etnikleşmesi ile yan yana ilerliyor. Burada sorunuzla bağlantılı biçimde birlikte düşünülmesi gereken olgu, ekonomik süreçlerden dışlanan, mülksüzleşen orta sınıf katmanlarının, tütünden, pamuktan koparılan, kendi toprağında işçileşmiş Batı Anadolu köylüsünün Kürt göçü üzerinden kötü gidişe milliyetçi bir açıklama tarzı geliştirmesi.

Bölgede CHP-AKP kutuplaşmasını aşan bir tepkisellik sorunu ve temsiliyet açığı var diye düşünüyoruz. Ama, “şimdi”den, örneğin sürdürülen piyasacı, üretimi dışlayan, tarımı çökerten birikim modelinden, AKP’den, dolayısıyla hayatın gidişinden memnun olmayanların her türlü tepkisini “gerici” karakterde görmek, ancak neoliberal sol ile muhafazakar perspektifin sahiplenebileceği bir bakış açısı.

Milliyetçilik evrilirken…

Evren: Referandum sürecinde AKP’nin neoliberal-muhafazakar projesi kapsamında kurduğu ittifaklara bakalım. Bir yanında Saadet Partisi, diğer yanında Büyük Birlik Partisi, öte tarafta yine Şener’in Türkiye Partisi. Tabanda İslami dozun öne çıktığı bir İslam-Türk Sentezi resmi.

Deniz: Türkiye’de siyaset, yeni bir rejim, yeni bir resmi ideoloji ve yeni bir hegemonya doğrultusunda yeniden yapılandırılıyor. MHP de bu yapılanmanın dışında kalmayacak, öyle görünüyor. Bu süreçte MHP’nin ulusalcı (laik milliyetçilik) temelinden uzaklaştırılacağını öngörebiliriz. Bunun yukarıdan aşağıya zor yoluyla bir tasfiye operasyonu olmayacağının garantisini ise kimse veremez.

Evren: Önümüzdeki süreçte liberal-muhafazakar hegemonya doğrultusunda partiler yeniden yapılandırılırken CHP’yi muhafazakarlıkla uyumlu daha piyasacı-liberal bir parti, MHP’yi de dinsel anlamda muhafazakarlığı daha görünür bir parti olarak görebiliriz. Bu bakımdan bütün partilerin post-Kemalist (Kemalizm sonrası) bir dönemin partileri haline getirilmeye başlandığını ve milliyetçiliğin de bu temelde yeniden yapılandırılacağını, restore edileceğini, uyumlulaştırılacağını söylemek mümkün.

SENDİK.ORG İNTERNET SİTESİ RÖPORTAJI: DEĞİŞEN İZMİR'İ NASIL BİLİRSİNİZ?

İzmir’i nasıl anlamalı? Gavur İzmir olarak mı, yoksa laik Cumhuriyet elitlerinin son kalesi olarak mı? Statükocu İzmir mi demeli, yoksa tuzlu su muhafazakarlığının ana vatanı mı? Deniz Yıldırım’ın da dediği gibi, sosyal dönüşümler böyle anlaşılamaz, sınıf eksenli bir bakış gerektirir. Deniz Yıldırım ve Evren Haspolat’ın yayına hazırladığı “Değişen İzmir’i Anlamak” İzmir’in yaşadığı sosyal siyasal dönüşüme sınıfsal dinamiklerini analiz ederek ışık tutan, mutlaka okunması gereken bir kitap. Yıldırım ve Haspolat’la yaptığımız söyleşide, Batı Anadolu milliyetçiliğinin hangi dinamiklerden beslendiği ve milliyetçiliğin yaşadığı evrimsel sürecin nasıl ele alınması gerektiğini konuştuk. Yazarlar, anaakım medyanın ve liberallerin analizlerinin sığlığında kaybolan çarpıcı bulgulara işaret ediyor.

“İzmir’in ve İzmir’le iktisadi düzeyde bütünleşmiş yerleşimlerin neoliberalizmin, finansallaşmanın kaybedenleri olduğunu ifade ettik bu kitapta”

“Nostaljik sembollerin, maskların, Atatürk resimlerinin, bayrakların giderek ön plana çıkışı, bugünden duyulan rahatsızlığın göstergesi”

“Tepkilerin ilerici ya da gerici içerik kazanmasını belirleyen şey, hangi sınıf kesimleriyle hangi program temelinde ittifak yapıldığıdır”


***

“Bir Kitabın Yol Hikâyesi” başlıklı giriş yazısı sizin imzanızı taşıyor. Kitabın yol hikayesini bize de özetle anlatabilir misiniz?

Evren Haspolat: Kitabın yol hikâyesi temel bir tespitle başladı. İzmir’in ve onunla iktisadi düzeyde bütünleşmiş Batı Anadolu yerleşimlerinin bir dönüşüm sürecinde olduğuydu bu tespit. Ancak kente ilişkin tartışmalar, ülkedeki genel siyasal kutuplaşmaya feda edildiğinden anlamaya dönük bir çerçeve geliştirilmesi giderek zorlaşmaktaydı. Bizi aslında uzun süredir aklımızı kurcalayan bu sorulara daha derinden, ekonomi politik bir yöntem dahilinde yanıtlar aramaya iten de bu kutuplaşma oldu. Çünkü kent son yıllarda giderek ya topyekün modernliğin/laikliğin ya da ırkçılığın, faşizmin başkenti olarak resmedilir olmuştu. Biz gerçeklikle bağını koparmış olan bu ikili kutuplaşmanın dışına çıkarak, İzmir’i kendi tarihsel gerçekliği içinde kavramak ve bu çarpık tahlillere bilimsel düzeyde müdahale etmek istedik.

Deniz Yıldırım: Bir sorunu çözmenin yolu, önce onu doğru tahlil etmekten geçiyor. Kitaba başlarken, aklımızda hep aynı soruyu taşıdık: Derinlerde yatan dönüşüm nedir bu bölgede? O nedenle ekonomi politik bir dönüşüm çerçevesi çizdik. Merceği İzmir’in liman kent olma özelliğine odakladık. İzmir’le bütünleşmiş yerleşim bölgelerini de bu dönüşümden bağımsız okuyamayacağımızı söyledik. Yaklaşık bir yıllık emeğin ardından 20 bilim insanının katkılarıyla bu kolektif eseri, Değişen İzmir’i Anlamak adlı yapıtı ortaya çıkardık. Sonuç olarak kitap ekonomi-politik perspektifle, liman kenti olarak İzmir’i uluslararası, ulusal ve bölgesel ölçeklerdeki konumlanışı üzerinden çok boyutlu olarak inceledi ve her bir uğraktaki dönüşümlere odaklanan makaleler bütünü olarak ortaya çıktı. Ve İzmir’in de diğer tüm kentler gibi, farklı sınıfsal, etnik, mekânsal ve siyasal fay hatlarını içinden geçiren bir kent olduğunun altını çizdi. O nedenle de yalnızca İzmir’i değil son dönemlerin Türkiye’sini analiz etmek isteyenler açısından da önemli bir kaynak eser ortaya çıktı diyebiliriz. Takdir elbette okuyucuların.


Sizin makalenizde ortaya koyduğunuz kimi önemli tezler var. Bunları elbette tek tek burada açma şansımız yok, ama kısaca özetler misiniz?

Evren: Elbette. İzmir’i bir liman kenti olarak hem içinde işlediği dünya sistemi hem de onun bütünleşmiş bölge bütünlüğü içinde bir değerlendirmeye tabi tuttuk diyebiliriz. Özellikle kentsel sermaye bloğunun Türkiye’nin 1980 sonrasındaki birikim rejimiyle birlikte iktidar bloğu içindeki eski temsil olanaklarını ve belirleyici gücünü yitirdiğini belirttik ve bunun izlerini hem Türkiye siyasetiyle hem de bölgenin geri kalanıyla ayrışan siyasal tercihlere ilişkin bir analizle sürdük. İzmir’in ve İzmir’le iktisadi düzeyde bütünleşmiş yerleşimlerin neoliberalizmin, finansallaşmanın kaybedenleri olduğunu ifade ettik. Özellikle kent merkezinde sosyo-ekonomik açıdan gerileyen orta sınıf katmanlarını da kendi diline eklemleyen yeni ulusalcı dilin giderek CHP’de kümelendiği bu dönemde, tarımda mülksüzleşmenin yoğun olarak yaşandığı ve göçün kentsel etnik gerilimi yoğunlaştırdığı iç yerleşimlerde tepkileri MHP’nin kırsalın diline tercüme ettiğini saptadık.


Referandumda da gördük ki İzmir ve Ege illeri Hayır oyu verdi. Bu da bölgedeki dönüşümleri anlama gerekliliğini arttırdı. Siz medyadaki tartışmalara baktığınızda nasıl bir değerlendirme yapıyorsunuz?

Deniz: Şunu açıkça belirtmekte yarar var: İzmir de diğer kentler gibi. Yani kendi içinde Sultanbeyli de var, Nişantaşı da. O nedenle dönüşüm eksenlerini kentlerin içinde taşıdığı fay hatlarını görmezden gelerek ele alırsanız orada en baştan bilimsel sakatlık oluşur. Mesela “tuzlu su muhafazakarlığı” tanımlaması tam da bu sakatlığı taşıyor. Kendinden menkul bir demokratikleşme tahayyülü geliştirip egemen dil içinden konuşarak karşıtını “statüko”yla, “muhafazakarlık”la, “elitler”le ilişkilendirmesi. Bizim kitapta kurduğumuz çerçeve, sorduğumuz sorular vasıtasıyla bu pozisyonu ve dilini sorguluyor. Böyle açıklanmaz sosyal dönüşümler. İzmir’deki tepkiselliğin bir benzeri de bu dilde saklı. Zaten biraz da birbirini üretiyor. Mesela şurası önemli: diyelim ki “sahiller”, en çok da burada İzmir’in kastedildiği görülüyor zaten, “muhafazakar”. Hem de “tuzlu su muhafazakarları”. Bu durumda, Söke gibi, Nazilli gibi, Akhisar gibi bugüne kadar tarihsel olarak Serbest Cumhuriyet Fırkası, Demokrat Parti ve Adalet Partisi hegemonyasının en etkin olduğu yerlerde, genelde son 30 yılda, ama en çok da 2001 programıyla toprağından olan, tütünden, pamuktan kopan, kent merkezlerine göç edip işçileşen insanlar da mı “tuzlu su muhafazakarı”? Çünkü bu merkezlerde hayır oranları yüzde 65 ile 70 arasında değişiyor.


Referandumda MHP oylarının İç ve Doğu Anadolu’da, evet tavrı ekseninde AKP’ye kayarken, Batı Anadolu’da hayır tavrı içinde muhafaza edildiğini gördük. Bu farkı nasıl açıklayabiliriz?

Evren: Bizim kitapta ortaya koyduğumuz perspektife göre, Batı Anadolu kentlerini, liman kent İzmir’le geliştiregeldikleri tarihsel iktisadi bağdan ayrı olarak ele almak mümkün değil. Dolayısıyla İzmir’de neoliberal mülksüzleşme programının sanayi üretimini, ticareti bitiren yanıyla Batı Anadolu kentlerinin tarımsal çözülmelerine yol açan yanı birbirinden ayrı düşünülemez. Bu tepkiler kıyıda kendisini giderek CHP üzerinden ifade ediyorsa da, siyasal tepkiler CHP’nin karşılayabileceği taleplerin ötesine geçiyor. CHP, bir bakıma bu tepkiler karşısında bir tampon işlevi görüyor. İlginç olansa, kitapta saptadığımız bir başka olgu. O da iç kesimlerde, yani bugüne kadar geleneksel olarak Demokrat Parti, Adalet Partisi gibi merkez sağ projelerin doğumuna ve büyümesine imkan sağlamış Batı Anadolu kentlerinde MHP’nin yepyeni bir siyasal taban kazanmış olması. Yeni olan olgu bu. Hem MHP, 80 öncesi hemen hiç varlık gösteremediği bir bölgede büyük bir oy patlaması yaşıyor hem de bölgenin özellikle sosyoekonomik olarak kaybedenleri, yoksul Kürt göçünün, Kürt ucuz emeğinin yöneldiği yerleşimlerde tepkilerini giderek gerici temelde MHP üzerinden ifade ediyor. Buna Nazilli, Söke gibi Adnan Menderes’in kalesi durumundaki yerleşimleri örnek verebiliriz. Bu hat, Manisa, Balıkesir, Aydın ve kısmen Muğla’yı içine alır. Özellikle bu kentlerde tarımsal üretimde, tütünde, pamukta uzmanlaşmış, ancak son 30 yılda mülksüzleşmiş, kaybeden kesimler için MHP, siyasal bir alternatif haline gelirken aynı zamanda kıyıda CHP’de ifadesini bulan daha laik, daha kentsoylu tepki biçimlerini, kırsala daha muhafazakar temelde tercüme etmenin aracı oldu.

Deniz: Bölgede yapacağınız bir turda, CHP ile MHP’nin siyasal sembolleri arasındaki mesafenin büyük oranda kapandığını görebilirsiniz. Bu da hayır cephesinin Batı Anadolu’da bloklaşmasının önünü açmış görünüyor. Orta Anadolu’da ve Erzurum gibi kentlerde ise MHP’nin tabanı, AKP’nin önderliğindeki hegemonya bloğunun çekimine girmiş görünüyor. Bu bölgelerde Gülen cemaatinin aktif çalışmış olması, Alevi ve Kürt düşmanlığının Erdoğan’ın ağzından soy sop tartışmaları aracılığıyla propagandaya dahil edilmesi de düşünüldüğünde dinsel muhafazakarlığın MHP tabanında ayrışmayı tetiklediği görülüyor. Bu referandum bu bakımdan MHP’nin ne kadar çatışmalı, çelişkili bir tabanı bir arada tutmaya çalıştığını ve bu noktada da elinin son derece zayıf olduğunu açıklıkla gösterdi. Referandumun her anlamda kaybedeni onun için MHP diyebiliriz. MHP’nin önünde iki seçenek var. Ya daha laik bir milliyetçilik/ulusalcılık üzerinden CHP’yle Batı Anadolu’da ve Akdeniz’de yarışan bir parti olacak ya da liberal-muhafazakar hegemonyanın zorlamaları doğrultusunda yeni hegemonyanın arzuladığı makbul bir milliyetçilik anlayışını daha dinsel temelde kabul ederek kadro, ideoloji ve söylem düzeyinde yeniden yapılanacak.


Batı Anadolu’da geleneksel olarak kendini “solcu” diye niteleyen sosyal demokrat kesimlerde Kürt göçü karşısında ortaya konan şoven eğilimler, iflah olmaz gerici bir ayrışmaya mı işaret ediyor? Bu kitleler ilerici siyasi potansiyellerini mutlak olarak tüketmiş midir?

Evren: Toplumsal dönüşümler karşısında açığa çıkan siyasal tepkiler oldukça farklı biçimler altında kendisini ifade edebiliyor. Burada söz konusu olan tepkisellik, sınıf tepkilerinin etnikleşmesi ile yan yana ilerliyor.

Burada sorunuzla bağlantılı biçimde birlikte düşünülmesi gereken olgu, ekonomik süreçlerden dışlanan, mülksüzleşen orta sınıf katmanlarının, tütünden, pamuktan koparılan, kendi toprağında işçileşmiş Batı Anadolu köylüsünün Kürt göçü üzerinden kötü gidişe milliyetçi bir açıklama tarzı geliştirmesi.

Deniz: Sonuçta pusulasız yolda milliyetçilik, en kolay açıklama biçimi. “Kürtler geldi, her şey bozuldu” hissiyatı bu bakımdan hem bu kesimlerin sınıf talepleri ekseninde kaybeden Kürt emekçileriyle kardeşlik temelinde birliğini sağlayacak bir dilden uzaklaşmasına neden oluyor hem de Kürt sorunu sözkonusu olduğunda siyasetler üstü bir ortak linç kültürünün gelişmesine neden olabiliyor. Bu noktada kitapta kendi makalemizde ısrarla şunu belirttik, ki sorunuz da bununla ilgili: İzmir özelinde nostaljik sembollerin, maskların, Atatürk resimlerinin, bayrakların giderek ön plana çıkışı, şimdiden duyulan rahatsızlığın göstergesi.

Evren: Bölgede CHP-AKP kutuplaşmasını aşan bir tepkisellik sorunu ve temsiliyet açığı var diye düşünüyoruz. Ama, “şimdi”den, örneğin sürdürülen piyasacı, üretimi dışlayan, tarımı çökerten birikim modelinden, AKP’den, dolayısıyla hayatın gidişinden memnun olmayanların her türlü tepkisini “gerici” karakterde görmek, ancak neoliberal sol ile muhafazakar perspektifin sahiplenebileceği bir bakış açısı.

Deniz: Sonuçta mülksüzleşen, şimdiden duyduğu rahatsızlığı geçmişin nostaljik sembollerine daha fazla sarılarak ifade etme gereği duyan kesimlerin tepkilerinin ilerici ya da gerici içerik kazanmasını belirleyen şey, hangi sınıf kesimleriyle hangi program temelinde ittifak yaptıklarıdır. Mesela linç girişimleri, Kürt göçmenlere karşı etnikleşen tepkiler tüm bunlar tepkilerin gerici bir içerik kazanabildiği anı gösteriyor. Ama diğer yandan TEKEL işçilerine destek amaçlı gerçekleştirilen bir günlük greve tüm ülkede en büyük desteğin, katılımın İzmir’de olduğu da unutuluyor. Bütün kent bunu yaşadı, hissetti. Vapur işgallerinde, otobüslerin çalışmamasında. Kaç kişi o gün Tekel işçilerinin etnik kökenine baktı? “İzmir’deki Tekel işçileri Muş’luymuş, Diyarbakır’lıymış, Kürt’müş, destek vermeyelim” diyen kaç kişi oldu? O gün sınıf taleplerinin etnik taleplerin önüne geçmesi sayesinde çatışma yerine kardeşlik formülü öne çıkabildi. Aslında 4 Şubat grevi, İzmir’de çıkış programını gösterdi. Tekel direnişinin izinden giderek gösterdi hem de. Anlatmaya çalıştığımız şey de bu aslında. Kaybeden alt orta sınıflarla işçi sınıfını ve mülksüzleşen köylülüğü doğru talepler ekseninde ilerici bir siyasal hat içinde birleştiren bir perspektifin eksikliği, tepkilerin şoven-ırkçı temelde ifade edilmesine ve resmi ideolojinin hemen tüm partilerinin üzerinde birleştiği boğazlaşma formülüne egemenler adına teslim olmaya kapı açıyor. Kaybedenleri birleştirecek ilerici bir siyasal alternatifin olmadığı yerde, boğazlaşma seçeneği öne çıkıyor. O nedenle Türkiye’de kaybedenleri birleştirecek formül, iç savaşlardan korunma formülü oldu. Bu formülü üretmenin ilk adımıysa, sorunları doğru saptamak. Kitabın İzmir özelinde bunu yaptığını düşünüyoruz."


Referandum sonrasında MHP için yapılan yenilgi ve tükeniş yorumlarını nasıl değerlendiriyorsunuz? Milliyetçilik mi tükeniyor? Bir tür milliyetçilik ömrünü tüketirken, yeni bir tür milliyetçilik / milliyetçilikler mi türüyor?


Evren: Referandum sürecinde AKP’nin neoliberal-muhafazakar projesi kapsamında kurduğu ittifaklara bakalım. Bir yanında Saadet Partisi, diğer yanında Büyük Birlik Partisi, öte tarafta yine Şener’in Türkiye Partisi. Tabanda İslami dozun öne çıktığı bir İslam-Türk Sentezi resmi.

Deniz: Türkiye’de siyaset, yeni bir rejim, yeni bir resmi ideoloji ve yeni bir hegemonya doğrultusunda yeniden yapılandırılıyor. MHP de bu yapılanmanın dışında kalmayacak, öyle görünüyor. Bu süreçte MHP’nin ulusalcı (laik milliyetçilik) temelinden uzaklaştırılacağını öngörebiliriz. Bunun yukarıdan aşağıya zor yoluyla bir tasfiye operasyonu olmayacağının garantisini ise kimse veremez.

Evren: Önümüzdeki süreçte liberal-muhafazakar hegemonya doğrultusunda partiler yeniden yapılandırılırken CHP’yi muhafazakarlıkla uyumlu daha piyasacı-liberal bir parti, MHP’yi de dinsel anlamda muhafazakarlığı daha görünür bir parti olarak görebiliriz. Bu bakımdan bütün partilerin post-Kemalist (Kemalizm sonrası) bir dönemin partileri haline getirilmeye başlandığını ve milliyetçiliğin de bu temelde yeniden yapılandırılacağını, restore edileceğini, uyumlulaştırılacağını söylemek mümkün.


Yeni dönem, bu siyasal tablo içinde ne gibi sonuçlara gebe?

Deniz ve Evren: Bir bakıma yeni dönemde İslami meseleler tüm partilerin siyasal anlamda ortak yükü haline gelecek ve bu nedenle de piyasacı-Amerikancı-muhafazakar hegemonya karşısında meydan okuyacak kuvvetler daha da sınırlı manevra alanına sahip olacak. Tüm güçler, bu hegemonya ile uyumlu hale getiriliyor. Fakat bu, sosyalist hareketler açısından da tarihsel bir döneme işaret ediyor. Bir çözüm perspektifi içinde Türkiye’nin burjuva demokratik kazanımlarının savunulması, kaybedenlerin tepkilerini bir karşı hegemonya projesi geliştirerek ortak bir çözümde birleştirme iradesinin ortaya çıkarılması, Tekel direnişi örneğinde de görüldüğü üzere sınıfın bir arada yaşamaya dönük kendi “mahalle modeli”ni yeniden ortaya koyması, küçük ama anlamlı çözüm modelleriyle emekçilerin karşısına çıkabilecek projelerin geliştirilmesi adına tarihsel bir dönemden geçtiğimizi düşünüyorum. Türkiye oraya gidiyor, referandum bunun işaretlerini verdi. Sosyalist parti ve hareketlerinse önlerine konan bu tarihsel göreve dönük stratejileri ve hazırlıkları ne durumda, en tartışılacak yanlardan birisi bu şu aşamada. Çünkü tehdidin büyüklüğüyle onu göğüsleyebilecek araçların imkanları arasındaki mesafe dikkat çekmeyecek gibi değil. Bunun hem öznel hem de nesnel nedenleri var kuşkusuz. Ama bir yerden başlamak gerekiyor; referandumda ortaya konulan birliktelik iradesinin, bir “ortak çözüm” programı çerçevesinde ilerlemesi olasılığı, gözardı edilmemesi gereken tarihsel bir fırsat.

19 Eylül 2010

AKŞAM GAZETESİ RÖPORTAJI-SAĞIN KALESİ İZMİR NASIL CHP'Lİ OLDU: GAVUR İZMİR'İN KODLARI




Z. Kıvanç EL-Eray Erkılıç (fotoğraf)
Akşam Gazetesi-19.09.2010

'Değşen İzmir'i Anlamak' adlı kitapla çok satanlar arasına giren iki yazar Deniz Yıldırım ve Evren Haspolat İzmir'i anlattı.

Türkiye siyasetinin iki büyük sağ partisinin kuruluşunda ve kökleşmesinde önemli rol oynayan İzmir, 1980 sonrası başlayan tepkiyle birlikte yıllardır CHP'nin kalesi konumunda. Bu da İzmir'i, son seçimlerde ve referandum sürecinde Başbakan Erdoğan'ın hedefi haline getirdi
İki büyük sağ partinin doğuşunda büyük bir katkısı olan İzmir, bugün CHP'nin kalesi durumunda. Referandumda da yüzde 64 oranında 'hayır' diyen il, 1980 sonrası başlayan tepkisel hareketin bir simgesi haline geldi. 20'ye yakın akademisyenin makalelerinin yer aldığı 'Değişen İzmir'i Anlamak' kitaplarıyla çok satanlar listesine girmeyi başaran yazarları Deniz Yıldırım ve Evren Haspolat, AKŞAM'ın sorularını yanıtladı.


- Sizi bu kitabı hazırlamaya iten faktörler nelerdi?

Deniz Yıldırım - Evren Haspolat: İzmir, son yıllarda Türkiye siyasetine hakim olan AKP-CHP kutuplaşması içinde de yeniden kurgulanan bir yer halini aldı medyatik tartışmalarda. Bir tarafta modernliğin kalesi İzmir, diğer tarafta 'faşizmin başkenti İzmir' gibi, İzmir'i anlamaktan ziyade aşırı idealize eden ya da karalayan, kendi siyasal konumunu İzmir üzerinden haklı kılmaya çalışan iki bakış türedi. Biz bu iki bakışın elinden İzmir'i kurtararak derinlere inmeyi, dönüşümün gerçek neden ve eksenlerini akademik bir perspektiften tartışmayı istedik.

KÜRT YOKSULLARININ GÖÇÜ

- Ekonomik dönüşümü önemsiyorsunuz...

E.H.: Daha derinlikli bakış, ekonomik dönüşümlerin, kriz dönemlerindeki yıkımların, büyüme modelinden halkın çoğunluğunun payını alamamasının siyasal tepkileri ürettiğini gösteriyor. Bu kesimlerin hızlı yoksullaşması, işçileşmesi, toprağından kopması, yaşanan o büyük neoliberal yıkımdan bağımsız değil. Ekonomik düzeyde yaşanan mülksüzleşme, artan şehit cenazeleri ve pastanın daraldığı bir ortamda bölgeye yönelen Kürt yoksullarının göçüyle birlikte tepkisellik artıyor. Bir bakıma bölge kaynayan bir kazan halini alabiliyor.

D.Y. : Ekonomik dönüşüm liman kent ve çevresini büyük oranda etkiliyor. Siyasal dönüşümler bundan bağımsız değil. İzmir'de son 10 yılda pamuk tarlaları yüzde 69, tütün tarlaları yüzde 75 oranında küçülmüş. İzmir'de genç nüfus içinde işsizlik oranının Türkiye ortalamasının çok üstünde olması, tütünden geçimini sağlayan aile sayısının 2001'de Ege'de 270 binlerden 50 binlere gerilemesi, İzmir'in son iki yüzyıldır ilk kez dış ticaret açığı vermesi.

TEPKİ ÜRETEN KENT

- İzmir, genelde de Ege merkez sağ partilerin tarihsel olarak güçlü yerleriydi. Tablo nasıl değişti?


E.H.: İzmir'i bir liman kenti olarak ele almak işte burada büyük önem kazanıyor. Bu sayede dönüşüm eksenlerini daha iyi kavramak, bütünlüklü kavramak mümkün. İzmir tarihsel olarak ekonomik dönüşümlere siyasal tepkiler üreten bir kent. Mesela 1929 Buhranı sonrasında Serbest Cumhuriyet Fırkası'nın en büyük desteği gördüğü yerler başta İzmir olmak üzere Akhisar, Nazilli gibi büyük Ege kasabaları. Çünkü üretim içinde. İkincisi Demokrat Parti örneği. Burada özellikle yine liman kenti İzmir ve Aydın'ın ticaret burjuvazisi ile büyük toprak sahiplerinin örgütleyici rolü var. Bir yanda ticaret burjuvazisinin sözcüsü İzmir Mebusu Celal Bayar, diğer yanda Aydınlı ve tarımsal zenginlerin sözcüsü Adnan Menderes. Bu bile, bu bölgenin merkez sağ projelere destek vermenin ötesinde, o projeleri doğuran bölge olduğunu gösteriyor. Aynı şey Adalet Partisi ve Demirel'li yıllar için de geçerli. Adalet Partisi'nin kuruluşunda İzmir grubunun etkisi büyük. Esas değişimse 1980 sonrasında başlıyor.

DARALAN PASTA ÇATIŞMASI

D.Y. :
80 sonrasında İzmir'in hem kamu yatırımlarından aldığı pay düşmeye başlıyor hem de uluslararasılaşma programı karşısında rekabet edemeyen sanayi kuruluşları ya kapanıyor ya da satılıyor. Üretkenlik düştükçe, ticaret geriledikçe işsizlik kronikleşiyor, tarımdan kopan Ege nüfusunun çekim merkezi olarak İzmir'e hızla yönelmesi, üstüne de yerinden edilen yoksul Kürt nüfusun İzmir'e göçü de daralan pasta içinde koşulları daha da çatışmalı hale getiriyor. Etnikleşen sınıf tepkileri derken biraz da bunu kastediyoruz.

BÖLGE İÇİNDE MHP GÜÇLENDİ

- Saptadığınız bir dönüşüm de kıyıda CHP'de; iç bölgelerinde ise MHP'de kümelenen yeni tepkisellik. Bunun 1980 sonrası açısından bir büyük siyasal dönüşüme tekabül ettiğini söylüyorsunuz. Ne zaman bu eğilim güçlendi?

E.H. : Bu bizim bölgesel ölçekte saptadığımız en önemli dönüşüm eksenlerinden birisi aslında. Kaldı ki, son referandum sonuçları da bu tezi doğruladı ve hatta pekiştirdi diyebiliriz. Özellikle İzmir, Aydın, Manisa, Muğla ve şimdi de Denizli son derece önemli siyasal dönüşümlerin yuvası oldu. Bakın yeniden belirtmekte yarar var. İzmir bölgesinde iktisadi dönüşümler büyük dalgalar halinde yansıyor. Siyasal davranışlarda da bu kalıp oldukça görünürdür. Benzer bir analizi Türkiye'nin geri kalan bölgelerinde AKP etrafında kümelenen destekte de görebiliriz. Ege'de özellikle geleneksel olarak DP-AP geleneğinin hakim olduğu bölgede kriz ve yeniden yapılanma, özetle neoliberalizm sadece sosyal koşulları değiştirmedi, siyasal davranış kalıpları da köklüce değişmeye başladı. Bize göre bu siyasal tepkiler kıyıda CHP'de, iç kesimlerde MHP'de kümeleniyor

REFERANDUM PEKİŞTİRDİ

D.Y. :
Bu il ve ilçelerde referandumla birlikte 'hayır' resminin İzmir'le de bütünleşerek pekişmesi, analiz açısından bölgenin bütünlüklü olarak görülmesi gerektiği yönündeki tespiti doğruladı. 1980 öncesinde alabildiği en yüksek oyun yüzde 1 ile 3 arasında değişkenlik gösterdiği bölge illerinde ve büyük ilçelerde MHP'nin özellikle 2002 sonrasında oylarını yüzde 20 ile 35 bandına taşıdığını gördük. Bu siyasal açıdan yeni bir durum. Özellikle merkez sağ siyasetin çöktüğü ve AKP'nin hegemonyası etrafında toplanmanın sosyo-ekonomik ve siyasal açıdan uygun düşmediği koşullarda, siyasetin krizinden beslenerek kıyıda CHP içeride MHP güçlendi.. Bu dönüşüm önceden saptayıp kökenlerini, nedenlerini aradığımız dönüşümlerden birisi oldu.

ERDOĞAN MEŞRUİYETİNİ 2 İLLE KANITLAMAK İSTEDİ

- İzmir ve Diyarbakır neden önemli AKP açısından?

E.H. : 2009 yerel seçimlerinde İzmir ve Diyarbakır belediyelerini çok istedi Başbakan. Meşruiyetini kanıtlamak için karşıtı olan iki merkezi ele geçirmeyi istedi. 2010 referandumunda ise o kapsayıcı dilin yerini dışlayıcı bir dile bıraktığını gördük. 'Kumsal partisi' ifadeleri, Alevi kesimi toplumsal bellek içine 'darbeci' olarak yerleştirmeyi hedefleyen bir otoriter kürsü dili, üstüne üstlük soy sop tartışmaları. Aslında bütün bunlar tepkisel olan tek tarafın İzmir ya da Ege olmadığını gösteriyor. Çünkü tam da 12 Eylül'ün miras bıraktığı Türk-İslam Sentezci otoriter ideolojiyi bu kesimlere karşı dışlayıcı diliyle yeniden üretiyor. Bir bakıma muhafazakarlığı piyasa sosuyla pekiştirilen otoriter ve dışlayıcı bir dil. Ve referandum sonuçları AKP'nin yöneldiği bu yeni dilin de hem İzmir'de hem de Diyarbakır'da yine tutmadığını kanıtladı.

SEZEN AKSU TABELASININ SÖKÜLMESİ TAM BİR AKIL TUTULMASI

- Sizce tabela sökme gibi artan tepkisellikler neyle ilişkili?

E.H. : Sorun sanıyoruz kötü giden şeylerin farkında olup da bu kötülüklerin kaynağını doğru tespit edememekten kaynaklanıyor. Bu da doğal olarak CHP, MHP gibi partilerin siyasal denetimini bölgede kolaylaştırıyor. Sezen Aksu Sokağı'nın tabelasının sökülmesi mesela. Tam bir akıl tutulması. Tüm bunlar aslında şu anda aşırı tepkisel bir siyasal huzursuzluğun göstergeleri. Geçmişe dönük referansların artışı da bundan. Çünkü siz ancak bir şeylerin kötü gittiğini, bir şeylerin yolunda olmadığını düşündüğünüzde geçmişi nostaljik düzeyde yeniden kurar ve bugünkü koşullarda kullanıma sokabilirsiniz.

D.Y. : Mesela bu kitap için İzmir Kitap Fuarı'nda gerçekleştirdiğimiz panele giderken bindiğim belediye otobüsünün sesli anons sistemi, durakları şöyle sıralıyordu: 'Liman, Tekel, Lozan.' Bunun sembolik anlamı var. Tüm bunlar hem geriye dönük olarak nostaljiyi ve sembollerini sahiplenmeyi besliyor hem de çıkış örgütleyebilecek bir karşı hegemonya projesinden de alıkoyuyor bölgeyi. Neticede Türkle Kürdü yeniden birleştirme projesi olarak güncelleyeceği bir Cumhuriyet projesi yok henüz. Çünkü bunu sınıfsal temelde ezilen kesimlerle birleştirecek önderi yok, aydını yok, kadrosu yok, ilerici bir siyaseti yok şu anda. O bakımdan bu kesimlerin siyasal tavırlarının içeriğini hangi kesimlerle hangi talepler ekseninde ittifak yaptıkları belirliyor. Karanlıkta el yordamıyla kötülüğün kaynağını arıyor şu anda. Kimi görse ona tepkili. AKP'nin iktidarda olması da bunu besliyor. Bu tepkileri doğru zeminde örgütleyecek bir siyasal aktörün olmaması.

AKP İÇİN MESELE YAŞAM TARZI

- AKP'nin referandum sonrasında sahil raporu hazırlattığını duymuşsunuzdur. Nasıl karşıladınız?

D.Y. :
'Hayır diyenleri 'darbeci', 'kumsal partisinin destekçileri' olarak itham eden Erdoğan, bu yaşam tarzına dair sembollerin tümünün parti teşkilatı tarafından İzmir'de kullanıldığının farkında olmalı. AKP de meseleyi bir yaşam tarzı meselesine indirgemiş durumda. Belediye seçimlerinde adayın eşinin ve çocuklarının 'modern' görünümünün öncelikle gözetilmesi, AKP il yönetimine 'mini etekli, şarap da içen manken'in girmesi, bunun medyada görünür kılınması. Bir önceki dönem AKP'de olan Buca Belediyesi'nin Türkiye'nin en büyük Atatürk maskını yaptırmaya başlaması. Tüm bunlar AKP'nin kentin hegemonik dili içinden konuşmaya çalıştığını gösterdi. Ama aslı varken, kimse suretine bakmaz. 2001'de başlayıp 2002 sonrasında istikrarlı bir şekilde sürdürülen o büyük ekonomik yoksullaşma programına da bakmaları gerekecek sahil raporunda. Onu tespit ettiklerinde önlem alabilecekler mi? Bizce mümkün değil, çünkü uluslararası çevrelerden bugüne kadar alınan onay, içeride bu yoksullaşma programını uygulayıp büyüklere kapıları açma konusundaki kararlı 'siyasal istikrar'dan bağımsız değil.

10 Haziran 2010

İZMİR LIFE DERGİSİ RÖPORTAJI-DEĞİŞEN İZMİR'İ ANLAMAK İÇİN GERÇEKÇİ BİR FOTOĞRAF



Gamze Kutlukaya-Alpay Sönmez (fotoğraf)
İzmir Life Dergisi, Sayı: 105, Mayıs-2010, s: 26-30.

İzmir değişiyor, dönüşüyor. Bir yanda cumhuriyet mitingleri, bir yanda etnikleşen gerilim… Ekonomik daralmanın etkileri, yoksullaşma... Ve hepsine göğsünü siper eden canım kordon miti... Geçtiğimiz ay okurla buluşan “Değişen İzmir’i Anlamak”, işte tam da bu değişimi anlamaya çalışan ve basmakalıp söylemlerden sıyrılıp kentin gerçeğini arayan bir çalışma. Kitabı derleyen Deniz Yıldırım ve Evren Haspolat’la değişen İzmir’i konuştuk...

Sizi bu kitabı hazırlamaya iten sebepler nelerdi tam olarak?

Evren Haspolat Böyle bir ihtiyaç zaman içinde belirdi aslında. Bizim aklımızda biriken, İzmir’e dair sorularımız üzerinden gelişti kitap fikri. “Neler oluyor, nasıl değişiyor bu kent” soruları ve elbette bu dönüşümlerin nedenleriydi bizi bu çalışmaya iten. Tabi, özellikle son dönemde, İzmir’in ekonomik siyasal ve toplumsal dönüşümlerinin beraberinde getirdiği kutuplaşmalarla birlikte kentin çeşitli açılardan ayrıksılaşması bu sorularımızı pekiştirdi ve bunlar üzerinden kentin ekonomik gerileyişine de bakmaya başladık. Hepsi üst üste çakışınca İzmir’in değişimine dair bir derleme fikri iyiden iyiye güç kazandı. Ve dedik ki bu kitapta biz bir fotoğraf çekelim ve bu fotoğraf üzerinden sosyal bilimler bize ne gibi çözümleme imkânları sunuyor ona bakalım. Ama bu sadece bilimsel bir inceleme kaygısı değil tabi, bu birer İzmirli olarak bizim duyduğumuz, yaşayarak hissettiğimiz bir kaygı aynı zamanda. Kente karşı bir sorumluluk. Doğru çözümlerin doğru teşhisler olmadan gerçekleştirilemeyeceği düşüncesi.

Deniz Yıldırım Yani ortada bir dönüşüm ve bunun yarattığı çatışma eksenleri varsa, önce doğru tedavi için doğru teşhis yapılması gereği. Aslına bakarsanız bizi kitabı hazırlamaya iten şey, kitabın başlığında saklı: Değişen İzmir’i Anlamak. Kitap bir tespitle başlıyor. Bir şeylerin değiştiğini söylüyor. Kentte dönüşüm söz konusu ve bu dönüşümlerin eksenlerini saptayıp bunlar üzerine fikir yürütmenin, anlamaya çalışmanın hiç olmadığı kadar acil olduğu hissini taşımaktaydık. Bu düşünce özellikle Ankara’da Siyasal Bilgiler Fakültesi’ndeki siyaset bilimi doktora çalışmalarımız sırasında daha da belirginleşti. Bu süreçte değişim eksenlerini gözlemleyip tartıştık ve başlıkları buna göre çıkardık. Siyasal dönüşüm, ekonomik dönüşüm ve sosyolojik dönüşüm. Bunların temsil biçimleri ve elbette bütün bu dönüşümlerin içinden çıkan yeni direniş kalıpları. Ama dönüşümlere bakarken, bu dönüşümlerin “neden” gerçekleştiğini anlama isteğini hiç bırakmadık. Özellikle değerli hocalarımızın kitaba katkı vermeyi kabul etmeleriyle birlikte harekete geçtik. Bu çalışma öncesinde bizi esas rahatsız eden şey şuydu: Özellikle son yıllarda İzmir dönüşürken belirli bir basmakalıp İzmirlilik düşüncesi de üretildi, dolayısıyla çarpıtılan bir temsil biçimine dönüştü bu. Bu çatışmacı söylemler, İzmir’in dönüşüm eksenlerini, nedenlerini ve nasıllarını anlamayı akademik anlamda da zorlaştırdı. Özellikle son yıllarda ülkemize egemen olan siyasi kutuplaşma içinde tarafların kendilerini İzmir’e referansla açıklama girişimlerinde ciddi bir artış söz konusuydu. Bu da her iki kutbun İzmir gerçekliğini belirli oranda yeniden biçimlendirip çarpıtarak sunmasına neden oldu. İzmir, her iki cephe için anlaşılması gereken bir kent olmaktan çıkarılıp fikirleri haklılaştırmak için kullanılan bir “öteki” oldu. Endişe veren de tam buydu. Giderek kent, çelişki ve çatışmalardan azade, farklı katmanların izlerinin üstünü örten bir imajla ya topyekün modernliğin, ilerlemenin ya da bunun tam karşısında ırkçılığın, faşizmin başkenti olarak resmedildi. Bu konuyu hem kitabın yol haritasını aktardığımız giriş kısmında tartıştık hem de Neslihan Demirtaş Milz, medyadaki örnekler üzerinden bunun bir çözümlemesini gerçekleştirdi. Bizim önerdiğimiz, tam da bu iki eksenin dışında konumlanmadan bu kentin dönüşümünün anlaşılamayacağıydı. Nitekim kitaptaki tüm makaleler bu eksende esaslı tahlillere yer verdi. Tartışmaların bu iki eksenin dışına çıkarılarak yapılandırılması ihtiyacı bu kitabı daha da önemli hale getirdi sanıyoruz.

Evren Haspolat Enteresandır, kitapta yer alan bir makale bize gösterdi ki nasıl ki belli söylemler üzerinden Türkiye’nin modernleşme projesi içinde İzmir’in değişen temsilleri başat bir role sahipse Yunanistan siyasi söylemlerinde de kaybedilen topraklara özlem çok önemli, yeniden üretilen bir İzmir imgesi var. Vangelis Kechriotis’in makalesi işte bu temsil ilişkisini inceliyor. Bu makalede Yunanistan’da İzmir’in nasıl temsil edildiği araştırılıyor. Bu makale bize Türkiye’deki koşullara göre değişen İzmir algısının aynı şekilde Yunanistan’da da üretilebildiğini ve merkezi rol oynayabildiğini gösteriyor.

Fakat Türkiye’de de İzmir kadar yerleşmiş imajı olan başka bir kent yok herhalde? İzmirlilik gibi kalıplaşmış bir kentlilik kimliği yok sanıyorum. Belki biraz Diyarbakır’la kıyaslanabilir bu bakımdan İzmir.

Deniz Yıldırım Olabilir. İlginçtir 29 Mart yerel seçimlerinde AKP özellikle bu iki ili hedef göstermişti hatırlarsanız; İzmir ve Diyarbakır’ı. Çünkü bu iki şehir, Türkiye’de AKP’nin önerdiği siyasi projenin dışında kalan iki farklı siyasal konumu temsil ediyor.

Evren Haspolat Tam da bu noktada belirginleşen kutuplaşma, kentin AKP’lileşmemesi karşısında bir saldırganlığa dönüşebiliyor.

AKP’nin İzmir’i özellikle hedef haline getirmesinin sebepleri neler sizce?

Deniz Yıldırım AKP tüm Türkiye’yi ele geçirse bile İzmir’i ele geçiremediği zaman rüştünü ispat edemeyeceğini düşünüyor. İzmir’in bu anlamda siyasi iktidarlara meşruiyet veren bir yanı var tarihsel olarak. Bugüne kadar iktidar olmuş partilerin hemen hepsi İzmir’den onay almış. Ayrıca kentin bölge ekonomisiyle bütünleşmiş sermaye bloğu, merkez sağ projelerin örgütlenmesinde hep öncü olmuş. Serbest Cumhuriyet Fırkası’ndan Demokrat Parti’ye, oradan da Adalet Partisi’nin oluşumuna kadar gidip bunu görmek mümkün. Fakat AKP’ye karşı bir duruş var. Tabi bunun AKP açısından da bir dizi sebebi var. Diğer yandan İzmirlinin CHP’ye yönelmesi sadece İzmirliler’in yaşam tarzı kaygılarıyla açıklanamayacak kadar karmaşık bir mesele.

Evren Haspolat Veya örneğin İzmirli neden sürekli olarak kalpaklı Atatürk fotoğraflarını, bayraklarını balkonlara asma ihtiyacını duymaya başladı? Cumhuriyet mitingi nasıl bir hissiyatı dışa vurdu? Devasa Atatürk maskı ne anlatıyor? Bu gerçekten sadece AKP ile açıklanabilecek bir şey mi? Biz öyle olmadığını düşünüyoruz ve öyle olmadığını bir önerme olarak kitaptaki makalemizde ortaya koyduk.

Deniz Yıldırım Sembollerin özlemli düzeyde giderek daha da görünür oluşu, bir huzursuzluğun dışavurumu olarak görülmeli diyoruz. Her zaman için sembollerin öne çıkması bugünden duyulan rahatsızlığı anlatır. Demek ki insanlar mutlu değiller bu kentte. Ekonomiden, siyasal süreçten, ülkenin ve kendilerinin içinde bulunduğu durumdan. Ve bunu geçmişe referansla anlatma gereksinimi duyuyorlar. Çünkü geçmişe yapılan bu referans, “şimdi”nin huzursuzluklarına çözüm geliştirebilecek siyasal çözümün, yani bir alternatifin olmamasına verilen bir tepki. Bunu önemli görüyoruz.

Şu anki fotoğrafı beğenmiyorlar ve başka bir şey mi arıyorlar?

Evren Haspolat Evet! İzmirliyi rahatsız eden bir şeyler var. Siyasi, ekonomik ve sosyolojik dönüşümler karşısında kentsel huzursuzluk ve çatışma eksenleri güçleniyor. Ve giderek “şimdi”den duyulan rahatsızlığın bir göstergesi olarak “geçmiş”e özlem artıyor. Kemalizm’in kentte giderek güçlenen temsiliyeti AKP karşıtlığını aşan bir ekonomik karaktere de sahip o nedenle.

İzmirli kendini kente ait hissediyor ama şu anki fotoğraf onu gururlandırmıyor ve aidiyet duygusunu zedeliyor yani. Bunun sonucunda o “daha iyi” dönemi nerede arıyor?

Evren Haspolat İzmirli şu anda bu referansı siyasal olarak erken cumhuriyet döneminde arıyor, orada bulmaya çalışıyor. Mesela bu da değişimlerden bir tanesi eksen olarak. Çünkü bu kent özellikle çok partili hayattan beri esasen merkez sağın kalesi olmuş bir kent. Hatta merkez sağ üzerinden o gücünü elde edebilmiş bir kent. Ama güçlü zamanını hatırlayıp o güçlü zamanının diğer taraftan sözü edilen merkez sağ siyasetlerin hâkim olduğu dönem üzerinden türetmek yerine bir önceki döneme referansla iyi dönemini tanımlıyor. Kentsel sermaye bloğunun temsilcilerinin de bu “meşru dil” içinden kendi tepkilerini ifade ettikleri görülüyor.

Deniz Yıldırım Burada şöyle bir mantık var. İzmir’de alt orta sınıf refleksi dediğimiz şey varsa eğer. Ki bu kesimler ekonomik olarak otuz yıldır çok ciddi gerileyen kesimlerdir, (alım gücü düşmüş, hayat standartları gerilemiş, işsizlik artmış, çocuğunu okutmuş işe sokamamış memur, emekli, ücretli vs.) sistemden tatminsiz bir döneme girmiş vaziyette. Bunun referanslarını geçmişte buluyor. Nasıl ve neden buluyor? Bunları anlamak, çözümlemek lazım. Erken cumhuriyetin üç temel önermesi var. Biri laiklik. İzmirli’nin bu hissiyata sarılmasını fazlasıyla pekiştiren bir iktidar partisi var. AKP bu hissi eylemleriyle çok besliyor. İkincisi halkçılık ideolojisi. Yani sınıfsız, imtiyazsız, kaynaşmış bir kütle olduğumuz fikri. İzmirli bunun böyle olmadığını son otuz yılda giderek daha fazla hissetmeye başladı neoliberal dönemde. Yani gelir açısından bakıldığında çok daha zenginleşen ve çok daha yoksullaşan bir nüfus var. Ortadaki tabaka aşağı doğru eriyor. Çoğunluk aşağı doğru gidiyor, küçük bir kısım da yukarıya doğru çıkıyor. İşsizlik kentin en önemli ve en görünür sorunu. Bu, erken Cumhuriyet’in henüz sınıf çelişkilerinin bugünkü düzeye erişmediği koşullarına “halkçılık” ilkesi çerçevesinde duyulan özlemi açıklayabiliyor. Üçüncüsü Kemalist yurttaşlık projesi. Yani Cumhuriyet’in getirdiği tek millete dayalı bir yurttaş kimliği var. Ama şimdi İzmirli özellikle seksenlerin sonu ve doksanların başından beri Türkiye’nin en yoğun Kürt göçü alan illerinden biri olmasıyla birlikte yepyeni bir gerçeklikle karşılaştı. Yeni bir kimlik var Cumhuriyet’in içerisinde ve onu ne yapacağını bilemiyor, bir yere koyamıyor. Bu, sınıfsal tepkilerin etnikleşmesi denilen şey aslında. Cenk Saraçoğlu’nun makalesi tam da bunu örnekliyor. Bunlar elbette siyasal dönüşüm kısmı. Sonuçta İzmir ve ard ülkesinde yer alan bölge, Türkiye’nin ekonomik dönüşümünden fazlasıyla etkileniyor.

Evren Haspolat Evet, bir başka kısım ekonomik dönüşüm. 19. yy.dan itibaren İzmir’in aslında Türkiye’nin genel dönüşümü içinde nasıl bir yer teşkil ettiği tartışılıyor kitapta. Bunun için de önemli veriler var. İzmir’in özellikle işsizlik oranları yönünden çok önde olması gibi. Kentte eğitimli işsizlik oranı ülke ortalamasının oldukça üstünde. Dolayısıyla bir yandan göç veren, diğer yandan da ekonomik pasta ve istihdam olanakları daralırken göç almayı sürdüren bir çekim merkezi İzmir. Bu durum çatışmaları daha da arttıran bir etkiye sahip. Bunda da başka etkenlerle birlikte İzmir’in en çok etkilendiği dönem ülkede 1980 sonrası uygulanan ekonomik politikalar. Sanayi ve tarımın çökmesi, finans sektörünün öne geçmesi. Tarımın çökmesi demek İzmir’in ardalanında bulunan kentlerde yaşamın İzmir’deki gibi geriye gitmesi demek. Çünkü onlar da tarımsal ürünlerini İzmir’deki sanayi kuruluşlarına aktarıyorlardı ve bunlar da dünya ticaretine İzmir limanından aktarılıyordu. Hâlbuki kitapta Alp Yücel Kaya’nın dikkat çektiği üzere ilk kez İzmir limanı dış ticaret açığı veriyor bugün. Bu kritik bir gelişme. Dönüşüm dediğimiz şey, tam da bu verinin siyasal, ekonomik ve sosyolojik yansımalarıyla anlamlanıyor. Tarımın çökmesi, İzmir’de sanayinin çökmesi, İstanbul’un öne geçmeye başlaması, kaybetme hissiyatı yani. Kitapta Eyüp Özveren’in makalesinde, dünyadaki küresel kentlerin hiçbir zaman aynı saat dilimi, dolayısıyla aynı boylam üzerinde bulunmadığı söyleniyordu. Bu açıdan da İstanbul varken İzmir’in küresel kent olamayacağı ve aslında bunun belki de İzmir’in en büyük avantajı olacağı belirtiliyordu.

Deniz Yıldırım Evet, İzmir’in kendi özgün modelini geliştirebilmesi açısından bu büyük bir avantaj da olabilir. Bizce de bu çok kritik bir saptamaydı. Kitabın güzel yanı da zaten çözüm önerilerinde bulunabilmesi. Küresel kent literatürü zaten kendisini finans merkezi olmak üzerinden tanımlıyor. Finans merkezi olursan, ona bağlı hizmet sektöründe de gelişme olur, istihdamda nitelikli-eğitimli iş gücüne alanlar açılır. Dolayısıyla dünya kenti olmak adına finansal evrede bir atılım yaparsın. İzmir için bu geçerli değil. İzmir bir liman kenti. Bir liman kentinin en önemli yaşam damarı üretimdir. Çünkü liman kentleri ihracatla yaşar. İhracatın olması için üretimin olması lazım. Üretimin olması için sanayi olacak. Tarıma dayalı endüstrinin geliştiği bir kentin bu zinciri sürdürmesi için ard ülkesinde yer alan yerleşimlerde çiftçinin, tarımın da yaşaması lazım. Tarım çökerse sanayisi çöker. Şimdi yaşananlar tam da böyle bir tablo işte. Bakın 2001’de Ege’de geçimini tütün üretiminden sağlayan aile sayısı 270 bindi. Bu sayı şimdi 50 binin altında. Nereye gitti bu insanlar? Ne yapıyorlar şimdi? Uluslararası sigara tekellerine, kendi topraklarında işçi oldu çoğunluğu. Dolayısıyla bu ekonomik çöküş programı anlaşılmadan İzmir’in dönüşümü anlaşılamaz. Böyle bir silsile var İzmir ve çevresindeki ilçelerde son 30 yıldır. O nedenle çöküşe bakmak, çıkışlara bakmak demek bize göre.

Ne yazık ki İzmir’in ard ülkesindeki yoksullaşma çok çarpıcı boyutlarda. Bu durum siyasi davranışları ne yönde etkiliyor?

Evren Haspolat Bizim orada vurguladığımız nokta, Türkiye AKP’lileşirken İzmir’in CHP’lileşmesini sadece yaşam tarzıyla açıklayamayacağımızdı. Liman kent ve ard ülkesi üzerinden bütünsel, ekonomi politik bir analizi bunun için önemsedik. Bunun arkasında başka faktörler de var diye düşünürken şunu saptadık. İzmir’in ard ülkesinde yer alan, bugüne kadar hep İzmir üzerinden dünyaya açılmış bölgelerde son dönemin en önemli gelişmesi MHP’nin yeni bir aktör olarak doğması. Son seçimlerde, Demokrat Parti’nin pamuk deposu olarak bildiğimiz Nazilli’de belediye başkanlığını MHP kazandı ilk kez. Söke’de ikinci parti oldu. Bu bölgelerin en önemli özelliği hem kırda, köylerde, toprağında mülksüzleşen, işçileşen, başkaları için çalışmaya başlayan insanların siyasi tepkilerini MHP’de ifade etmeye başlamaları, hem de bu kentlerin ucuz tarımsal işgücü anlamında son yıllarda yoğun miktarda Kürt göçmen işçi çekmesi. Bu kentlerde etnikleşen bir gerilim var şu anda. Bu İzmir için de, Ege’nin diğer bölgeleri için de geçerli. Örneğin Söke’de kent ve kır oylarını ayrıştırarak baktığımızda kırda DTP’nin son seçimdeki oyu yüzde 10’un üstünde. Bu çok dikkat çekici. Bunun karşıtının da MHP’yi güçlendirmesi Türkiye siyasetindeki kutuplaşmanın genel hatlarıyla uyumlu. Ama yeni olan şey, bu orta Anadolu partisinin Ege üzerinden denizlere ulaşması. Aynı şey Akdeniz için de geçerli. Denizlere ulaşıyor ve değişen İzmir varsa bu anlamda değişen Ege de var.

2002 seçimlerinde Genç Parti’nin yüzde 17.5’lik oy için ne diyorsunuz?

Deniz Yıldırım O aslında bugünün ilk sinyalleriydi. Özellikle önemsediğimiz ve bizim İzmir’den Ankara’ya doktora eğitimi için taşındığımız süreçte kenara not ettiğimiz çok önemli bir sinyaldi, dönüşüm işaretiydi siyasal açıdan. Siyasal dönüşümler bahsinde kitapta bu konuyu Hakkı Uyar’ın ve Tanju Tosun’un makaleleri tartıştı, biz de kendi makalemizde ekonomi politik bir çerçeveden değerlendirdik bu süreci. Bu konuyu özellikle küçük girişimcilerin iflası ve küçük işletmelerde işini kaybeden işsizlerin siyasal tepkileri özelinde tartıştık. Bu bakımdan 2001 krizi ve sonrasında yaşananlar anlaşılmadan, Genç Parti vakası da anlaşılamaz. Bir diğer önemli noktaysa liman kentlerinin uluslar arası ticarette gördükleri işlev. Biz özellikle İzmir’i bir liman kenti olarak değerlendirmenin bir analiz biçimi olarak çok işlevsel olabileceği düşüncesini önerdik makalemizde.

Evren Haspolat GP’nin yükselişini Cem Uzan’ın göçmenliğiyle ve İzmir’in de yoğun bir göçmen nüfus barındırmasıyla açıklayanlar da olmuştu. Evet, bu da etkiliydi ama bu etken tek başına geçerli olsaydı, Bursa’da da Türkiye genelinin üzerinde oy alması beklenebilirdi GP’nin. Ama öyle olmadı. Türkiye genelinde GP yüzde 7 civarında oy alırken İzmir genelinde yüzde 17,5, Çiğli’de yüzde 19’un üstünde oy alıyor örneğin. Çiğli göçmen nüfusun yoğun olduğu bir bölge değil. Yani bu örnekler bize GP’nin İzmir’deki yükselişinin sadece göçmenlik üzerinden açıklanamayacağını gösteriyor. Demek ki burada başka bir şeyler daha var. O başka şeyi de biz kitapta ekonomik mülksüzleşme ekseni üzerinden açıklıyoruz. 2002 seçimlerinde GP’nin Türkiye genelindeki oylarının yaklaşık 2,5 katı oyu İzmir’den alması İzmir’de bir şeylerin değiştiğinin sinyalleridir. Değişen İzmir’i anlamak adına bir sinyaldir. Bizim Ankara’ya doktora çalışması için giderken de aklımızda bu soru vardı. GP’nin bu çarpıcı başarısı neden bu kadar incelenmeden kalmıştır İzmir’de? Bunun İzmir’in değişimine ilişkin esaslı sinyaller barındırdığı tespitinin hakkı verilebilmiş değil diyebiliriz.

Peki Genç Parti’nin oyları sonraki seçimlerde MHP’ye mi kaydı sizce?

Evren Haspolat İzmir’de CHP’ye, içeride ise ağırlıklı olarak MHP’ye kaydı denilebilir. Özellikle DP geleneğindeki erimenin iç yerleşimlerde MHP’yi güçlendirdiği açık.

Sanıyorum burada İzmirlilerin kendilerine kent üzerinden yarattıkları kimlik içerisinde GP vakasından duydukları bir utanç da etkili.

Evren Haspolat Tabi bir kabullenmeme de var burada. Ama bu yaşandı ve geleceğe dönük en önemli sinyallerden biriydi. İncelenmeliydi.

Denizden uzaklaştıkça, İzmir’in ard ülkesinde MHP’nin yükselişini nasıl açıklıyorsunuz?

Deniz Yıldırım Öncelikle Türkiye siyaseti şu an çok kısır bir döngü içinde. Bir temsil krizi var. Yani partilerle oy istediği seçmenler arasında bir bağlantısızlık var. Ve bugün Türkiye’de seçmenin oy verme davranışı kötünün iyisine oy vermektir. Ve karşıtından beslenir. Partiler kendi programlarıyla değil, karşısındakinin yaratacağı iklimle oy isterler. Bu aslında bu partilerin özellikle ekonomik program yönünden aynılaştıklarının üzerini örten bir stratejidir. Mesela Türkiye’de şu anda uygulanan programı 2001 yılında Kemal Derviş getirdi. IMF 2002 seçimleri öncesinde programın devam edeceğine dair partilerden taahhüt istedi. Yani zaten teknokratikleşmiş, halkın kararından bağımsızlaştırılmış bir ekonomik politika var.

Evren Haspolat Tek soru bunu kimin uygulayacağı. MHP’nin şu anda kazandığı seçmen tabanı 80 öncesindeki tabanından çok kritik bir yerde ayrılıyor. 80 öncesi MHP’nin güçlenmesinde en büyük faktör anti-komünist ve anti-alevi olmasıydı. Yeni seçmen tabanı ise büyük ölçüde ayrılıyor buradan.

Deniz Yıldırım Kentte bu tepki laik siyasetin temsilcisi CHP’de buluşuyor ve kırsala doğru gidildiğinde bu tepki geleneksel kültürle daha fazla iç içe olan MHP’de eriyebiliyor artık. Bunda büyük ihtimalle CHP’nin kentli bir parti olmasının etkisi var. Kırsaldaki insanlar kendi temsilini orada göremiyor, gündelik hayatıyla özdeşleştiremiyor. MHP, giderek, liman kentinin siyasal tepkilerini kendinde biriktiren Genç Parti ve CHP örneklerinin dilini, tarımsal olarak gerileyen Ege kentlerinin siyasal diline tercüme ediyor. Bu çok yeni ve üzerinde durulması gereken bir gelişme. Liman kenti olarak İzmir’i ekonomik faaliyetleri ve ard ülkesinin nitelikleriyle açıklama önerisinin bu bakımdan çok önemli olduğunu ve resmin bütününü kavramaya yaradığını bir kere daha görüyoruz burada.

Bu çektiğiniz fotoğrafta İzmir’in tepkiselliği konusunda neler gördünüz?

Deniz Yıldırım Bu kenti çok durağan bir fotoğraf içinde resmetmek çok hatalı bizce. Yani emekli cenneti ya da sayfiye kenti İzmir gibi. Oysa içinden mücadele eksenlerinin geçtiği bir kent burası. Burcu Eğilmez’in makalesi bunu örnekliyor. Veya örgütlenme dinamikleri açısından Gülgün Tosun’un incelemesi. Aslında İzmir’in ne Osmanlı dönemindeki temsili bu, ne de bugünkü. İzmir tam aksine, üretim odaklı bir kent. Dolayısıyla bu tasvirde bir sıkıntı var. Ayrıca bu kadar sorunu olan bir şehir elbette içindeki sorunlardan da bir karşı duruş geliştirebiliyor. Örneğin Bergama köylü hareketi Türkiye’de henüz örgütlü köylü hareketinin gelişmediği bir dönemde 90’lı yıllarda kendiliğinden gelişiyor ve çok güçlü bir hareket olup karşılık buluyor. Her türlü karalama yapılmaya çalışılmasına rağmen talebi çok net bir hareketti ve toplumun çoğunluğu tarafından kesinlikle meşru görüldü, örnek alındı. Bu kritik bizce. Ankara Üniversitesi’nden Aykut Çoban, bu hareketi önemli bir perspektiften ele aldı kitapta. Bir başka nokta, İzmir kaybediyor ama neyi kaybediyor? Neden Cumhuriyet’in erken dönemlerine referans yapıyor? Bunun ekonomik bir altyapısı var. Aslında tarihsel geri planı ele alan birinci bölümdeki tüm makaleler bunu çok net ortaya koyuyor. Sonuçta Cumhuriyet’in kurduğu büyük bazı ekonomik kurumlar var. İzmir Sümerbank’ı, Tariş’i, Tekel’i yaşamış. Tarım, sanayi ve ticaret bölge ölçeğinde bu deneyimler üzerinden örgütlenmiş. Dolayısıyla 80 sonrasında Özal’ın tanıştırdığı ve AKP’nin istikrarlı biçimde sürdürdüğü piyasacı vahşi ekonomik düzene bakmadan bu değişimler anlaşılabilir mi? Çok basit ve dikkat çekici bir örnek vereyim. İzmir’in bu psikolojiye kapılmasının, kaybetme psikolojisini erken Cumhuriyet üzerinden ifade etme hissiyatının gayet güzel sembolleri var kentte. Ben bugün kitap fuarına gelirken Karşıyaka’dan 361 numaralı otobüse bindim. Otobüsün sesli uyarı sistemi vardı. Durak isimlerini tek tek söylüyor. Duraklar sırayla şöyleydi; Liman, Tekel, Lozan. Liman kenti, tarımsal üretim ve ulusal devletin kimlik inşası yani. İzmirli işte bu üçünün tasfiye edildiği bir dönemde erken Cumhuriyete ve onun nostaljik modernliğine daha fazla sarılıyor. Kentin siyasal dili içinde Kemalizm’in hegemonik olmasını biraz da buradan yorumlamak gerek. Sadece laiklik kaygısı bunu açıklayamaz. Tekel’in tasfiyesi, Tariş’in tasfiyesi... bunlar Cumhuriyet’in kurumları olarak görülüyor fakat İzmir’de özellikle laiklik üzerinden kendini ifade eden bu cumhuriyetçi söylemin en büyük zaafı kendisini bu tasfiye edilen kurumların işçisiyle, emekçisiyle; tütünden, pamuktan mahrum kalmış işçileşmiş Ege köylüsüyle buluşturmaktan alıkoyan siyasal aktörler tarafından pasifize edilmesi. İzmirli, Cumhuriyet’e sahip çıkıyor belki, ama yanıbaşındaki Cumhuriyet kurumu olan Çiğli Tekel’de işinden edilen Muşlu Kürt işçinin TEKEL direnişiyle bütünleşmeyen bir siyasal ve ekonomik programla hiçbir çıkış örgütleyemeyeceğinin farkında değil.

Evren Haspolat Bu gerçekten önemsediğimiz bir tespit. Diyoruz ki bakın bu kentte gerileyen katmanlar, kendilerini CHP üzerinden daha fazla anlatma eğilimi duyanlar da dâhil olmak üzere, bunlar eğer kaybeden diğer kesimlerle birlikte ittifak halinde bir projeye yönelirlerse bu daha ilerici bir içerik kazanır. Ama bu kesimler kaybetme tepkilerini etnikleştirirlerse bu çok daha gerici içerikte bir siyasete evrilebilir. Bu nedenle bırakalım bu “modern İzmir-faşist İzmir” kutuplaşmasını, bu değişimlerden nasıl bir kucaklayıcı çıkış örgütlenir oralara bakalım. Sanırız bizim kitabı derleme fikrimizin öne çıktığı günlerden beri en önemli pratik kaygımız buydu. Özellikle Dikili örneği kitapta tartışılıyor mesela. Son dönemlerde çok öne çıktı Dikili. Ücretsiz ulaşım, sağlık taraması ve ekmek hizmeti vs. Çok kritik bir soru var kitapta Mimar Sinan Üniversitesi’nden Erbatur Çavuşoğlu ve Murat Cemal Yalçıntan tarafından gündeme getirilen. Kapitalist bir kentte sosyal belediyecilik ne kadar mümkündür? Örneğin bu tartışmaları yeni bir mecraya taşımak adına önemli bir açılım sağlayacağını düşünüyoruz kitabın.

Son bir soru sormak istiyorum. İzmir’in örgütlenebilir bir kent olduğunu düşünüyor musunuz?

Deniz Yıldırım Bizce, 20 yazarlı bir inceleme kitabı çıkarabiliyorsa İzmir, örgütlenebilir bir kenttir. 9 ay gibi bir sürede bu eserin ortaya çıkabilmesi bir örgütlenme işidir aynı zamanda. Takdirini İzmirli okuyucuya bırakıyoruz elbette.

Evren Haspolat Biz bu kitabın İzmir’in değişim eksenlerini anlamak adına bir başlangıç olarak algılanmasını ve aslında soruları çoğaltmasını istiyoruz. Kitap İzmirli’ye olduğu kadar Türkiye’nin farklı kesimlerine de yeni bir İzmir tartışması adına ferahlık getirir ve araştırmacılar açısından da kaynak haline gelerek boşluğu doldurursa bu en büyük mutluluk olacak bizim için. Sonuçta bu derleme, geniş bir akademik, kolektif emeği yansıtıyor ve bir eksen inşa ediyor. Ve biz bir açıklama tarzı geliştirebildiğimiz düşüncesindeyiz. Tezleri var kitabın. Bu tezler tartışılırsa kitap amacına ulaşacak.

10 Nisan 2010

KİTAP KAPAĞI

ARKA KAPAK YAZISI

Birikim rejimleri değişir. Siyasal sistemler değişir.
Toplumlar değişir. İnsanlar değişir.
Kentler de değişir…
Kentler, tüm bu değişimlere paralel değişimler geçirirler. Değişirler. Gelişimleri ve gerilemeleri ile birlikte, kazançları ve kayıpları ile birlikte…
Ama değişirler.
İzmir de değişti, değişiyor.
Değişen İzmir’i Anlamak kitabı, İzmir’in değişimini odak noktasına alıyor.
İzmir’in değişimini; tarihsel bağlamı içerisinde ekonomik, toplumsal, siyasal, kültürel ve kentsel-mekânsal boyutlarıyla, Türkiye’deki ve Yunanistan’daki İzmir ve İzmirlilik tahayyüllerinin benzerlikleri ve zaman içerisindeki değişimleri ile, Bergama’dan Dikili’ye, Cumhuriyet Mitinglerinden AKP döneminde sahne olduğu siyasi kutuplaşmalara kadar uzanan yeni politikleşme ve direniş biçimleri ile inceliyor.
Değişen İzmir’i Anlamak kitabı, ayrıcalıklarını ve insanlarını kaybeden bir liman kenti olarak İzmir’in değişim sürecinin izlerini takip ediyor.

Bir kent ne zaman değişir? Dahası nasıl değişir?
Hangi özellikleri değişir?
Ya da değişen bir kentin değişiminin izlerini hangi kanallardan sürebiliriz?
Elinizdeki kitap, tüm bu soruları İzmir özelinde yanıtlamaya adaydır.

İÇİNDEKİLER

1) Deniz Yıldırım & Evren Haspolat – “Giriş: Bir Kitabın Yol Hikâyesi”

A) Dönüşümün Tarihsel ve Ekonomi-Politik Kökenleri

2) Erkan Serçe – “II. Meşrutiyet Döneminde İzmir”
3) Alp Yücel Kaya – “19. Yüzyıldan 21. Yüzyıla İzmir Ekonomisinde Süreklilik ve Kırılmalar”
4) Eyüp Özveren – “Dünden Bugüne İzmir İçin Artı ve Eksileriyle ‘Küresel Kent’leşme Süreci”
5) Emel Göksu – “Kentleşmenin Kurucu Öznesi Olarak Kriz: 1929 Buhranı ve İzmir’de Mekânsal Dönüşümün Yeni Aktörleri”
6) Mustafa Sönmez – “Küresel Krizin İzmir’e Etkileri”
7) Nuran E. Işık – “Kemeraltı Üzerinden İzmir'de Ticari Yaşamın Değişen Niteliğine İlişkin Gözlemler”

B) Dönüşümün Siyasal Fay Hatları

8) Hakkı Uyar – “Erken Cumhuriyet Döneminden Günümüze İzmir’de Seçmen Eğilimleri”
9) Tanju Tosun – “1950’lerden 2000’lere İzmir’de Seçimler”
10) Deniz Yıldırım & Evren Haspolat – “Bir Liman Kentinin Siyasal Dönüşümünün Ekonomi Politik Fay Hatları”

C) Dönüşümün Sosyolojik İzleri ve Temsilleri

11) Emel Kayın – “Mekansal ve Sosyo-Ekonomik Ayrıksılıklar Geriliminde İzmir: Küresel-Yerel Fenomenler”
12) Cenk Saraçoğlu – “İzmir’de Göçmen Düşmanlığının Etnikleşmesi: Mekan, Sınıf ve Kentsel Yaşam”
13) Neslihan Demirtaş-Milz – “Neoliberal Zamanlarda İzmir ve İzmirlilik Tahayyülleri”
14) Vangelis Kechriotis - “Gâvur İzmir”den “Yunan Smyrni”ye: Bir Kayıp Atlantis’in Yeniden İnşası”
15) Ahmet Talimciler – “Ayrıcalıklarını ve İnsanlarını Kaybeden Kentin Futbolunun Dünü, Bugünü ve Yarını”


D) Kentsel Direniş, Dönüşen Mekan ve Toplumsal Örgütlenme Biçimleri

16) Gülgün Tosun – “İzmir’de Toplumsal Örgütlenmenin Boyutları”
17) Erbatur Çavuşoğlu & Murat Cemal Yalçıntan – “Kapitalist Kentte Sosyal Belediyecilik Ne Kadar Mümkün? Dikili Örneği”
18) Aykut Çoban – “‘Sürdürülebilir Kalkınma’ Tartışması Ekseninde Bergama Köylü Direnişi”
19) D. Burcu Eğilmez – “İzmir’de Kentsel Dönüşüm ve Dönüştürülemeyen Zorunlu Yoksulluk Halleri”

Giriş: Bir Kitabın Yol Hikâyesi

Deniz Yıldırım - Evren Haspolat (1)


Walter Benjamin, yazarların kitapçılardaki ciltlerle yetinemediği için kitap yazan insanlar olduğunu söyler(2). Sanıyoruz bizim için de Değişen İzmir’i Anlamak adıyla bir kitap derleme fikrinin giderek güçlenmesine yol açan koşullar, Benjamin’in belirlemesinden bağımsız değil. Bu kitap, tam da İzmir’in farklı sosyal, siyasal, iktisadi dönüşümlerin içinden geçtiği bir kentsel mekân haline geldiği bir dönemde, aklımızı sürekli meşgul eden “İzmir’de neler oluyor, neden oluyor?” sorularına yanıt ararken ortaya çıktı ve bu bakımdan İzmir’e ilişkin soruları ve yanıtları olanların yeni bulgu ve çözümlemelerini bir araya getirerek İzmir’in dönüşümlerini anlamaya dönük bir girişim olarak belirdi.
Değişen İzmir’i Anlamak, uzağına düştüğümüz İzmir’e daha ‘yakından’ bakma arzusunun bir ürünü. Elinizde bulunan derleme kitap çalışmasını hazırlama fikrini, bu kitabın yayımlandığı tarihten yaklaşık on ay önce, 2009 yılının Haziran ayında uygulamaya geçirdik. İzmir’de önemli gördüğümüz dönüşüm eksenlerini belirledikten sonra, bu konularda çalışmalarını yakından izlediğimiz akademisyen ve yazarlara ilk çağrı metnini gönderdik. Kuşkusuz ki İzmir üzerine önemli bir bilimsel literatür gelişmiş durumdaydı ve biz de bu birikimi yadsımadan, aksine ona yaslanarak aklımızda yer edinmiş güncel soru ve sorunlara derli toplu yanıt üretecek bir kolektif çalışma gerçekleştirmenin özlemi içindeydik. Bu bakımdan aldığımız ilk yanıtlar ilham verici oldu. Çağrı gönderdiğimiz değerli isimler, böyle bir çalışmanın gerçekleştirilmesi yönündeki ihtiyaç konusunda bizimle aynı düşünceleri paylaştıklarını belirttiler ve sonuçta ortaya, birbirlerini yazıları ve İzmir’e ilişkin kaygıları üzerinden bütünleyen yazarların elinizdeki kolektif eseri çıktı.
Çok yazarlı derleme çalışmalarının genel zorluğu, kitabın yayımlanmasına ilişkin öngörülen tarihi ortaklaştırabilmek ve o tarihe uyabilmektir. 9 ay gibi kısa sayılabilecek bir sürede ve tam da İzmir’e ilişkin tartışmalar en yoğun olarak kendisini hissettirirken bu kitabın yayımlanması, bizim açımızdan önemliydi. Çünkü İzmir’i anlamaya dönük bu çalışma, aynı zamanda bu tartışmalara egemen olan özcü, indirgemeci yaklaşımlar karşısında, bir teorik müdahale olanağı olarak düşünülmüştü. Bu anlamda İzmir’in hem bugününe hem de yarınına ilişkin tartışmalara müdahil olabilecek bir kaynak çalışma ortaya koyduğumuzu umuyoruz. Yinelemek gerekir ki, bu kitap varolan literatürün bulgularını önemsiyor, onlara yaslanıyor; bir o kadar da geleceğe dönük tartışmalar içinde kendisine bir söz hakkı istiyor. Dolayısıyla belirtmekte yarar var; değinemediğimiz tüm konu başlıkları bizim eksikliklerimiz olarak görülmeli.
Kendi kişisel tarihimiz açısından bakıldığında İzmir’den Ankara’ya doktora eğitimi için geldiğimiz günden bu yana, yani İzmir’den fiziksel olarak uzaklaştıkça, bir inceleme ve çözümleme nesnesi olarak İzmir olgusuna daha da yakından bakmaya çalıştığımızı hissettik. Kuşkusuz bu bakış, kentsel çelişki ve çatışmaların bağrında filizlenen “değişim” olgularını anlamaya dönük bir çalışmanın kapılarını aralamış oldu. Kitap fikrinin doğuşuna, aklımızda yer alan ve yanıtlarını aradığımız kimi temel sorular eşlik etti. Yukarıda belirtmiştik, bu soruları en iyi özetleyen “İzmir’de neler oluyor?” sorusuysa, ona eşlik eden ve meselemizi açığa vuran arayışı özetleyen de “neden oluyor?” sorusu oldu. Bir yandan 2002 seçimlerinde Genç Parti’nin kent özelinde elde ettiği ‘beklenmedik’ başarı(3), diğer yandan Cumhuriyet Mitingleriyle Türkiye siyasetine hâkim olan kutuplaşmanın izlerinin İzmir’de keskin biçimde hissedilmeye başlanması ve ‘icat edilen geçmiş’in hâkim kodlarının ‘şimdi’den duyulan rahatsızlığın belirtisi olarak kentte giderek güçlenmesi ve bu geçmişi çağrıştıran sembollerin yaygınlık kazanması dikkat çekici gelişmelerdi. Biz tüm bu sorulara yanıt ararken İzmir’de DTP konvoyuna yönelik saldırının gerçekleşmesi, öte yandan kitap baskıya girmek üzereyken İzmir’in Tire ilçesinde 50-60 kişilik bir grubun, facebook adlı sanal iletişim ağında bir öğrenci yurdunda ‘Güneydoğulu’ öğrencilerin Türk bayrağı yaktıklarının yazılmasından hareket ederek yurdu basmaları, polisin grubu biber gazı sıkarak dağıtması(4) kentsel gerilimlerin etnikleşmiş kapasitesine ilişkin önemli göstergeler olarak bize göre kitabı daha da önemli hâle getirdi. Ve birçok açıdan Türkiye’nin son dönemlerde başka kimi kentlerine de hakim olan ‘linç hezeyanları’nı açığa vuran bu yeni tepkisellikler, kentsel çelişkileri bu yönleriyle de anlamaya çabalayan çalışmaların önemini arttırmaktadır(5).
Diğer yandan İzmir’de sermaye birikim sürecinde yaşanan krizlerin etkilerini çözümleyen bir çalışmanın ihtiyacını da son yıllarda daha fazla hissetmekteydik. Kentin bugüne kadar Türkiye’deki siyasal hegemonya projelerinin örgütlenmesinde etkin olan sermaye fraksiyonlarının, iktidar bloğu içindeki özgül ağırlığını giderek yitirdiğinin göstergesi olan kimi gelişmeler de aynı oranda dikkat çekiciydi. Özellikle Serbest Cumhuriyet Fırkası’ndan başlamak üzere, önce Demokrat Parti ve ardından da Adalet Partisi’nin örgütlenmesinde, Egeli büyük çiftçiler ile İzmir merkezli ticaret ve sanayi burjuvazisinin etkin bir rol oynadığı bilinmekteydi. Bu bakımdan yaygın kanaatin aksine İzmir, ‘solun kalesi’ olmak bir yana, dünya ticareti ile serbest rekabet ilkesi üzerinden eklemlenme arayışındaki hemen tüm liman kentlerinde olduğu üzere, uluslararası ticaretle liberal düzeyde bütünleşmeyi arayan sermaye kesimlerinin hegemonik denetimlerini ziyadesiyle uygulaya geldikleri bir kentti. Dolayısıyla Serbest Cumhuriyet Fırkası’nın İzmir’de gücünü hissettirmesi, Demokrat Parti’nin Aydınlı büyük toprak sahipleriyle İzmirli ticaret burjuvazisinin girişimleri sonucunda gelişip iktidar olması ve bu hattın Adalet Partisi’nin kuruluş sürecinde sanayi burjuvazisinin gelişimi ve güçlenmesiyle birleşmesi gibi olgular birlikte düşünüldüğünde, İzmir’de kentsel sermaye bloğunun etkin bir ‘sağ’ hegemonya oluşturmayı başardığı söylenebilirdi. Bu anlamda Türkiye siyasetini etkileyen sağ hegemonya projelerinin içeriğinde İstanbul kadar İzmir ve Ege de etkindi. Yine bu bakımdan dikkat çekici siyasal değişim, 80’li yıllardan itibaren İzmir’in tercihleriyle Türkiye’nin tercihleri arasındaki makasın açılmaya başlamasıydı. Bugüne kadar Türkiye’de siyasal iktidara erişen partiler, İzmir’de de seçimlerden birinci parti olarak çıkmaktaydı; bu denklem son yıllarda giderek değişti. Son olarak AKP döneminde ise, makas giderek daha da açıldı ve Türkiye AKP’lileşirken, İzmir CHP’lileşti. Bu durum, dönüşümün siyasal analizini daha da önemli hâle getirmekteydi.
Kitapta, İzmir’in siyasal dönüşümlerini bu olguların nedenlerini arayarak açıklayan üç çalışmamız bulunmakta. İzmir’in siyasal dönüşümlerini inceleyen ilk çalışma Hakkı Uyar’ın. Uyar İzmir’de erken Cumhuriyet döneminden itibaren gelişen siyasal davranış örüntülerini Başbakanlık Arşivi’nden desteklenen yeni bulgularla birlikte titiz bir çalışma sonucunda dikkatimize sunuyor ve İzmir’e ilişkin klişelerin üstündeki yaldızları kazıyor. İkinci makalenin sahibi Tanju Tosun da, gerek genel olarak Türkiye gerekse özelde İzmir’in değişen seçmen davranışları üzerine varolan çalışmalarına bir yenisini ekleyerek, İzmir’de değişen seçmen davranışlarını 1980 öncesi ve sonrası dönüşümler bağlamında tartışıyor. Her iki makale de, İzmir’in siyasal dönüşümlerini kavramak açısından önemli katkılar sunuyor.
Diğer yandan siyasal dönüşümlerin ekonomi politik perspektiften çözümlenmeye çalışıldığı son makale ise bize ait. İzmir’i bir liman kenti olarak kavrayıp, liman kentlerinin hem uluslararası kapitalizm sahasında hem de içinde merkezileştiği bölgede hegemonik bir valon kayışı görevi gördüğünü tespit eden yaklaşımlarla bütünleşerek, İzmir’in siyasal dönüşümlerini sadece İzmir üzerinden incelemenin mümkün olmadığına işaret ettiğimiz makalemizde, sorunu AKP-CHP kutuplaşması üzerinden çözümlemenin, İzmir’in genel sosyal ve ekonomi politik dönüşümlerini göz ardı etmek anlamına geleceğine değiniyoruz ve İzmir kentsel sermaye bloğunun hem Türkiye hem de Ege Bölgesi özelinde hegemonik bir krize girdiğini tespit ediyoruz. Bu anlamda geleneksel olarak SCF-DP-AP geleneğinin hâkim olduğu bir bölgede orta sınıf katmanlarını bir araya getiren yeni siyasal dilin kıyılarda giderek CHP’de, tarımsal artığını İzmir üzerinden dünya pazarına taşıyan ve İzmir’in art alanında yer alan ve şimdi tarımda yoğun mülksüzleşmenin yaşandığı Ege şehirlerinde ise özellikle bu dilin artan oranda MHP’de kümelenmeye başlamasını, finansallaşma evresinde içine girilen “ulusalcı çevrim”in bir işareti olarak değerlendiriyoruz.
İzmir üzerine böyle bir çalışma hazırlama sürecine giderken aklımızda özellikle kent ekonomisinin neoliberal dönemde yaşadığı gerilemeye ve krizin bölge ölçeğindeki yansımalarına dikkat çekmek de vardı. Kentin özellikle art alanında yer alan ve tarımsal faaliyetleriyle öne çıkan şehirlerde gözlenen dönüşümlerle İzmir’in dönüşümü arasında bağlantı kurmaksızın bu dönüşümlerin hakkıyla çözümlenmesinin mümkün olmadığı bir gerçekti. Bu anlamda İzmir, aslında sadece İzmir değildi. Öte yandan değişen İzmir’i anlamak, sadece bugüne bakmakla mümkün olamazdı. Bu nedenle, hem tarihsel kökenlere hem de ekonomi-politik dönüşümlere göz atmanın gerekliliği bizi ‘Dönüşümün Tarihsel ve Ekonomi-Politik Kökenleri’ başlıklı ilk bölümü oluşturmaya sevk etti. Althusser’in, Marksizm söz konusu olduğunda sarfettiği “yaşamakta olduğumuz bunalım patlak verdiyse, görünür hale geldiyse, bu onun patlak vermesini engelleyen biçimler altında kuluçkaya yattığı uzun bir süreç sonunda olmuştur”(6) sözleri, İzmir’in bunalımı için de geçerliydi. Bu bakımdan ilk bölümdeki makaleler; açığa çıkan her bunalımı, kendi tarihsel gelişimi içinde çözümlemenin gerekli olduğu düşüncesiyle okuyucunun dikkatine sunuluyor.
Bu bölümde yer alan ilk makale Erkan Serçe’ye ait. Erkan Serçe, İzmir’in II. Meşrutiyet döneminde geçirdiği siyasal dönüşümleri tarihsel bir perspektifle ele aldığı ve Cumhuriyet’e uzanan süreçte İzmir’i kopuş ve süreklilik ekseni içinde tarihsel dönüşümleriyle mevzilendirdiği makalesiyle, İzmir’in geçmişini anlamamızı kolaylaştırıyor. Bölümün ikinci makalesinde ise Alp Yücel Kaya, titiz bir araştırmanın sonucunda İzmir ekonomisinin 19. yüzyıldan 21. yüzyıla uzanan evrimi içinde geçirdiği dönüşümleri ve bunun kente yansımalarını ele alıyor. Özellikle İzmir’in geçirdiği siyasal dönüşümlerin açıklanmasında kentin geçirdiği kapitalist dönüşümlerin ve birikim rejimiyle ilişkisinin göz ardı edilemeyeceği düşünüldüğünde, Kaya’nın incelemesinin, diğer makalelerle ilişkisi bağlamında oldukça önemli bir altyapı oluşturduğunu teslim etmek isteriz. Bu makaleyi, İzmir’i uluslararası kapitalist sistem içinde ‘küresel kent’ literatürü üzerinden inceleyen Eyüp Özveren’in değerli makalesi izliyor. Özveren makalesinde, İzmir’i tarihsel yükselişleri ve gerileyişleri üzerinden inceledikten sonra, 1980 sonrasının ‘küreselleşen’ dünyasındaki ‘küresel kent’ kavramının İzmir’e sağlayacağı kazançlar ve kayıplar üzerinde durarak İzmir’in geleceğine dair önerilerini belirtiyor. Ve “Eğer İzmirliler yüzyıl sonra taşlaşmış ve boşalmış bir İzmir’in, tıpkı bugünkü Efes gibi rehberlerce gezmenlere gezdirilmesini arzulamıyorlarsa, bir an önce ve her ne pahasına olursa olsun İzmir’in bir ‘küresel kent’ olmasını istemek yerine, iş işten geçmeden daha gerçekçi ve sürdürülebilir seçeneğe yönelmelidirler” tespitinde bulunuyor.
Öte yandan söz konusu dönüşümler, İzmir’de mülkiyet ve kentsel mekânsal düzenlemeler ekseninde yaşanan değişimlerden ayrı ele alınamazdı. Bu nedenle Emel Göksu, bu dönüşümlerin Cumhuriyet döneminde İzmir kent mekânına yansımalarını ele aldığı makalesiyle, kentsel mekânsal dönüşümleri, bu dönüşümde önemli bir dönüm noktası olarak beliren 1929 Buhranı üzerinden tartışıyor. Krizlerin kentsel sermaye birikim süreçlerine ve toplumsal sınıflara etkileri bağlamında, daha yakın dönemlere ilişkin olarak Mustafa Sönmez’in incelemesiyse, Emel Göksu’nun tarihsel analizini bütünleyip bugüne taşıyor. Sönmez, 2008 yılındaki finansal krizin kent üzerindeki yıkıcı etkilerini istatistik verileriyle destekleyerek ortaya koyuyor. Bu bölümde yer alan son makalede ise Nuran E. Işık, İzmir’de ticari yaşamın kalbi olarak beliren tarihsel Kemeraltı dokusu üzerinden ticari yaşamın dönüşümlerini ele alıyor. Tüm bu makalelerin İzmir’in tarihsel ve ekonomi-politik dönüşümlerinin daha iyi anlaşılması bakımından katkıları yadsınamaz.
İzmir’in sadece İzmir olmadığını ve özellikle AKP iktidarı döneminde Türkiye siyasetinde hatları belirginleşen yeni kutuplaşma çizgilerinin her birinin kendi meşruluklarını -olumlayarak veya karşıtı içinde olumsuzlayarak-, belirli oranda inşa edilmiş bir “İzmir” söylemi içinden üretmeye başladığını da bu dönemde gözlemledik. Aslında bu güçlü kutuplaşmanın dili içinde İzmir’i çözümlemeye dönük bir çalışmanın risklerinin farkındaydık. O risk alınmasaydı, bu çalışma gerçekleşemezdi kuşkusuz. Çünkü gerçeklikle bağları kısmen koparılarak inşa edilen ve sıklıkla devreye sokulan ‘modern İzmir’, ‘laik İzmir’, ‘faşist İzmir’ gibi özcü genelleme ve temsil biçimleri karşısında, İzmir’i AKP-CHP kutuplaşmasının ötesine uzanan, pergelin ucunu daha fazla ekonomi-politiğe kıvıran bir yaklaşımla; suçlamadan, yüceltmeden, olduğu gibi anlamaya çalışma ihtiyacı hiç olmadığı kadar fazlaydı. Bunu gerçekleştirmeyi istedik.
Özellikle İzmir’in finansallaşma evresinde giderek kaybeden bir kent haline gelişi, hem İzmir hem de art alanında İzmir üzerinden dünya ticareti ile eklemlenmiş kentlerin de büyük oranda iktisadi gerilemesiyle bütünleşti. Kente damgasını vuran önemli gelişmelerden birisi, hiç kuşkusuz kentin istihdam kapasitesinde gözlenen belirgin daralmaydı. Özellikle Türkiye’nin genç, eğitimli işsiz nüfus pastası içindeki payı yıldan yıla artan İzmir, bir yandan ekonomik olarak gerilerken ve eğitimli nüfusunu İstanbul ve Ankara gibi kentlere gönderirken, diğer yandan da tarımda mülksüzleştirilen Ege köylüsünün ve 90’ların başından itibaren İzmir’e yönelen yoksul Kürt yerleşimcilerin yeni meskeni olarak kentsel çelişkilerini yeniden yapılandırdı. Tam da bu noktada Cenk Saraçoğlu’nun kitapta yer alan makalesi, yüz yüze görüşmeler yoluyla gerçekleştirdiği araştırmaların sonucu olarak aktardığı örneklerle, İzmir’de Kürt göçmenlere karşı etnikleşen tepkileri sınıfsal çözümlemeye tabi tutmanın ve özcü-indirgemeci yaklaşımlardan kaçınmanın önemine vurgu yapan bir açılım getirdi. Saraçoğlu’nun bu bulgularından hareketle ulaştığı, “son dönemlerde, AKP yanlısı çevrelerde ortaya çıkan her türlü toplumsal sorunu Kemalizm’den veya ‘kendi dışarısından’ kaynaklı bir patoloji veya komplonun parçası olarak görme eğilimi, yükselen Kürt karşıtlığı olgusunun ele alınışına da yansımıştır” tespitine katılmamaksa mümkün değildi. Çünkü son zamanlarda rakı, balık, mini etek ve kordon efsanesi üzerinden kendi içindeki ayrımları silikleştiren ‘son kale İzmir’ vurgusunun karşısında, aynı özcülükten muzdarip bir garip ‘İzmir’i çözümleme tarzı’ da gelişti. Birbirini beslediği açık olan bu iki tarzdan ikincisi İzmir’i neredeyse tüm siyasal günahların kalesi, tüm ırkçı-faşist pratiklerin başkenti olarak resmetti(7). Gerçeklikle bağını koparmış bu analiz biçimlerinin, ‘sınıf analizlerinden kaçarken’, İzmir söz konusu olduğunda çarpık sınıf tahlillerine girişmeleri de epey ilgi çekici bir örnek olarak dikkat çekmekteydi. Bütünüyle Taraf Gazetesi yazarlarına ya da orada temsil olunan anlayışlara atfedebileceğimiz bu dilin, neoliberal-muhafazakâr tahayyülün İzmir’i bir ‘karşıt’ olarak yeniden inşa edip konumlandırdığını örneklemesi bakımından ilgi çekici olduğu bir gerçek. Hele ki geleneksel İstanbul-Ankara karşıtlığının yeni bir eksene doğru evrildiği gerçeğiyle birlikte düşünüldüğünde bu durum daha da şaşırtıcı bir hâl alabiliyor. Kitapta özel olarak bu bakışla ilgili bir inceleme yer almıyor belki; ama en az ‘son kale İzmir’ yaklaşımı kadar sorunlu ve indirgemeci olan bu bakış karşısında konumlanmamızın nedenlerini kendi makalemizde kısmen tartışıyoruz.
Neslihan Demirtaş-Milz ise incelemesinde ‘neoliberal zamanlar’da ortaya çıkan ‘son kale İzmir’ analizlerinin içinde kendisini gizleyen ‘steril İzmir’ tahayyülünün izini titizlikle sürüyor ve de Saraçoğlu’nun bıraktığı yerden devam ederek bu göçmen kimliğinin ‘modern İzmir’ ve ‘İzmirli’ perspektifi içinde nasıl temsil edildiğini medya organlarından örneklerle aktarıyor. Demirtaş-Milz’in makalesi böylece, İzmir’e ilişkin bu yeniden tahayyül ve temsil etme biçimlerinin üstündeki yaldızları kazıyarak, İzmir’in Türkiye siyasetine egemen kutuplaştırıcı dil içinde epey merkezi bir kurucu özne olduğunu, medyadaki temsilleri üzerinden belirliyor. Tam da bu noktada Emel Kayın’ın makalesi de, yine bu eksende kentin gerçeklikle ilişkisini koparan temsil biçimlerini eleştirel bir çözümlemeye tabi tutarak, İzmir’i ve İzmirliyi tekil bir kimlik olarak inşa eden özcü dilin yansımalarının karşısına mekânsal ve sosyo-ekonomik ayrım çizgilerini çıkarıyor ve vurguyu kentsel çelişkiler eksenine doğru genişletiyor. Diğer yandan İzmir’in temsil biçimlerini ele aldığımız bu bölümde Vangelis Kechriotis, İzmir’e ilişkin değişken temsiliyetlerin sadece Türkiye’ye özgü olmadığını öğrenmemizi sağlayan değerli bir katkı veriyor. Kechriotis makalesinde, Yunan imgesinde İzmir’in değişen temsil biçimlerini örneklendirerek, bize, karşı kıyıdan bir İzmir tahlilinin imkânlarını sunuyor. Bölümün son makalesi ise, değinmeden geçemeyeceğimiz bir konu üzerinden İzmir’in değişimini, dönüşümünü ve ‘kayıp’larını tartışıyor. Spor sosyolojisine İzmir incelemeleri söz konusu olduğunda vazgeçilemeyecek katkılar sunan Ahmet Talimciler, İzmir’de futbol takımlarının gerilemesi üzerinden kentin ‘ayrıcalıklarını ve insanlarını kaybeden’ niteliğine ilişkin esaslı çözümlemeler geliştiriyor, ‘Ayrıcalıklarını ve İnsanlarını Kaybeden Kentin Futbolunun Dünü, Bugünü ve Yarını’ başlıklı makalesinde.
Elbette her kent gibi İzmir de, kendi içinde çelişkiler, çatışmalar barındıran bir yapıya sahip. Bu çelişkilerin sosyal, siyasal, sınıfsal, mekânsal fay hatları hakkında bu çalışmanın ilk üç bölümünün söylediği sözün üstüne, kentin karşı direniş adına hangi fırsatları ve deneyimleri öne çıkardığını ele almadan, pratiğe bakmadan bu çalışma eksik kalırdı. Sosyal bilimler alanında kentsel pratiklerden bir dönüşüm teorisi geliştirmenin izlerini sürerken, direniş pratiklerinin hem başka pratiklere katkısını hem de onların etkililiğini tartışmadan geçemezdik. ‘Kentsel Direniş, Dönüşen Mekân ve Toplumsal Örgütlenme Biçimleri’ başlığını taşıyan son bölümün meselesi tam da bu. Bu eksende, sözü edilen alt başlıkta ilk katkıyı Gülgün Tosun ‘İzmir’de Toplumsal Örgütlenmenin Boyutları’ başlıklı makalesiyle sunuyor. Tosun, İzmir’de toplumsal örgütlenmenin çerçevesini çizdiği bu derinlikli incelemesiyle, kentin örgütlenme deneyimleri/pratikleri hakkında oldukça güncel bir tablo ortaya çıkarttı ve bize göre İzmir’in dönüşümlerini, Türkiye’deki dönüşümler ve toplumsal örgütlenmeler üzerinden karşılaştırmak için bulunmaz bir kaynak yarattı. Diğer yandan bu çizilen genel örgütlenme çerçevesini, Erbatur Çavuşoğlu ile Murat Cemal Yalçıntan’ın Dikili’deki ‘sosyal belediyecilik’ deneyimini tartışan makaleleri izledi. Çavuşoğlu ve Yalçıntan, makalelerinde oldukça temel ve çarpıcı bir soruyu gündeme getirerek Dikili üzerinden son dönemde temsil olunan ‘belediyecilik’ anlayışını artı ve eksileriyle çözümledi. Makaleye ilham veren “kapitalist bir kentte sosyal belediyeciliğin ne kadar mümkün olduğu” sorusu, belediyecilik ve sosyallik tartışmalarına Dikili örneği üzerinden önemli bir ferahlık getirdi, tartışmaların mecrasını genişletti. Aykut Çoban ise, özellikle köylü direnişleri içinde son dönemlerde en fazla ses getiren toplumsal seferberlik örneklerinden birini temsil eden Bergama Köylü Direnişini, ‘sürdürülebilir kalkınma’ tartışmaları bağlamında tartıştı. İzmir’in direnenlerinin artıları ve eksileriyle anlaşılması adına önemli bir katkı sunan bu makaleyi ise, kitabın son makalesi olan ‘İzmir’de Kentsel Dönüşüm ve Dönüştürülemeyen Zorunlu Yoksulluk Halleri’ izledi. D. Burcu Eğilmez, mahalle örgütü olarak karşımıza çıkan Kuruçeşme-Dere Mahallesi Halk İnsiyatifi’nin (KMHİ) kentsel yoksulluk karşısında ortaya çıkan direniş biçimleri bağlamında işgal ettiği konumu inceledi. Eğilmez makalesinde, “İnsiyatif’in siyaset biçimlerinin, neoliberal kentsel politikalara direniş söz konusu olduğunda hem ‘demokrasi’ tartışmaları hem de ‘emek/sınıf’ temelli mücadele tartışmaları için ipuçları sunduğu”nu belirtti ve “sokak siyaseti”nin, İzmir özelinde yaşanan dönüşümler karşısında yoksullardan yana direniş pratiklerinin izlerini sürdü.
Derlemeye dahil edilen tüm bu özgün çalışmalar birlikte düşünüldüğünde, aslında kitabın temel meselesinin “İzmir’de neler oluyor ve İzmir’de yaşanan dönüşümler hangi nedenlere yaslanıyor?” sorularına yanıt aramanın yanında, İzmir’in de diğer tüm kentler gibi, farklı sınıfsal, etnik, mekânsal ve siyasal fay hatlarını içinden geçiren bir kent olduğunun altını çizmek olduğu ortaya çıkıyor. Özetle, tek bir İzmir’den ziyade, birden çok İzmir’in bulunduğunu yeniden hatırlatarak, bu fay hatlarını deyim yerindeyse yüzeye çıkarmayı, daha da görünür kılmayı amaçlıyor kitap. Bu bakımdan çalışmamız, İzmir’e ilişkin ne bir savunma ne de bir saldırı. Sadece nesnellikten ayrılmayan bir anlama çabasının ve klişeler etrafında kümelenmiş genellemelerden kurtulma ihtiyacının ürünü. Tam da onun için belki, Alsancak kadar Kuruçeşme’nin de, Göztepe kadar Onur Mahallesi’nin de, Karşıyaka kadar Bergama ve Dikili’nin de İzmir’in kentsel çelişkileri içindeki konumlarına odaklanıyor.
Son olarak belirtelim. Eğer bu kitap, dönüşümün eksenlerinin anlaşılması adına tartışmaları genişletecek ve suları yeni bir mecraya yönlendirecek kadar etki yaparsa, o zaman kendimizi amacımıza ulaşmış sayabiliriz.

***

Bu çalışma, İzmir’e ilişkin temel sorular sorup bu sorulara yanıtlar aramamız karşısında aynı heyecanı en az bizim kadar paylaşan geniş bir kolektifin emeğini yansıtıyor. Bu bakımdan çalışmaya, bir fikir olarak belirdiği günden bu yana hiçbir desteği esirgemeden heyecanını yansıtan Phoenix Yayınevi’nin değerli editörü, değerli dostumuz Bülent Özçelik’e teşekkürü bir borç biliyoruz. Öte yandan birbirini hiç tanımayan, ama ortak ilgileri, uzmanlıkları ve bulgularını paylaşma arzuları üzerinden birbirleriyle bir dostluk ilişkisi geliştirmeyi başaran bu kitabın değerli yazarlarına, değerli hocalarımıza bizi kırmayıp böyle bir kolektif çalışma içinde yer aldıkları, katkı verdikleri için ne kadar teşekkür etsek az. Onların gösterdikleri alçakgönüllülük olmasa, bu çalışma gerçekleşemezdi. Bir diğer teşekkür ise, bu çalışmanın görünmeyen yazarlarına yönelmeli; yani bugüne kadar İzmir üzerine gerçekleştirdikleri çalışmalarla, o çalışmalardan süzülüp gelen bilgi ve çözümlemelerle bu kitaba yadsınamaz düzeyde görünmez katkılar sunmuş tüm yazar, akademisyen ve araştırmacılara teşekkür etmek isteriz. Onların yarattıkları birikim olmasa, bugünü anlamaya cesaret edemezdik. Bu eksende, çalışmalarıyla bize ilham vermiş olan bir İzmirliyi, 2007’de kaybettiğimiz Prof. Dr. Mübeccel Kıray’ı da şükranla anmadan geçemeyeceğiz.
Ve elbette teorinin içinden beslendiği pratik olarak mücadele ruhuyla bize bu kitap süresince ilham ve direnç vermeyi esirgemeyen tüm direnenlere bu kitabı armağan etmek istiyoruz. Kitabı direnişteki Karşıyaka Kent AŞ işçilerine; kitap baskıdayken eylemlerini sürdüren TEKEL işçilerine, Tariş İplik ve Dokuma Fabrikası emekçilerine ve son olarak Bergama’da siyanürlü altın madenine direnen köylülerin mücadelesine olduğu kadar Diyarbakır Bismil’de ağalığa karşı köylüye toprak mücadelesini yürüten topraksız Sinan ve Arslanoğlu (Cumhuriyet) köylerinin yiğit insanlarına da ithaf ediyoruz.

Nisan 2010 - Ankara

Dipnotlar:

(1) Ankara Üniversitesi Siyasal Bilgiler Fakültesi, Kamu Yönetimi/Siyaset Bilimi Doktora Programı.
(2) Jay Parini, (2001) Benjamin -Dar Geçitteki Aydın-, Çev: Can Kurultay-Nil Kurtulan, Ayrıntı Yayınları, İstanbul, s. 117.
(3) Arrighi’den esinlenerek, İzmir’de yaşanan siyasal dönüşümleri çözümlerken, 3 Kasım 2002 genel seçimlerinde Genç Parti’nin İzmir’de elde ettiği ilginç başarıyı geleceğe dönük işaretler barındıran bir ‘sinyal krizi’ olarak değerlendirebiliriz. Bknz., Giovanni Arrighi, (2000) Uzun Yirminci Yüzyıl -Para, Güç ve Çağımızın Kökenleri-, Çev: Recep Boztemur, İmge Kitabevi Yayınları, Ankara.
(4) “Facebook Dedikodusu Tire’yi Gerdi”, Radikal, 06.04.2010.
(5) Bu konuda değerli dostumuz Ali Ekber Doğan’ın Mersin üzerinden analizlerini aktardığı Birikimin Hamalları: Kriz, Neoliberalizm ve Kent başlıklı çalışması ile son dönemin gözde çalışmaları arasında değerlendirdiğimiz, değerli hocalarımız Güven Bakırezer ve Yücel Demirer’in derledikleri Trabzon’u Anlamak adlı kitapları anmadan geçemeyeceğiz.
(6) Louis Althusser, (2006) Makyavel’in Yalnızlığı ve Başka Metinler, Çev: Seda Çarmık, Alâeddin Şenel-Turhan Ilgaz, Epos Yayınları, Ankara, s. 322.
(7) Bu bakışın güncel bir örneği için bknz., Alper Görmüş, (2010) “Cumhuriyet Mitinglerinden İzmir Dellenmesine: ‘Laik-Kentli-Çağdaş’ Kitle Ruhunun İzinde”, Birikim, Ocak, S: 249. Bu bakış açısının daha karikatürleşmiş görünümleri içinse, Rasim Ozan Kütahyalı’nın Taraf’taki yazılarına bakılabilir.