Kitabevlerinde...



10 Haziran 2010

İZMİR LIFE DERGİSİ RÖPORTAJI-DEĞİŞEN İZMİR'İ ANLAMAK İÇİN GERÇEKÇİ BİR FOTOĞRAF



Gamze Kutlukaya-Alpay Sönmez (fotoğraf)
İzmir Life Dergisi, Sayı: 105, Mayıs-2010, s: 26-30.

İzmir değişiyor, dönüşüyor. Bir yanda cumhuriyet mitingleri, bir yanda etnikleşen gerilim… Ekonomik daralmanın etkileri, yoksullaşma... Ve hepsine göğsünü siper eden canım kordon miti... Geçtiğimiz ay okurla buluşan “Değişen İzmir’i Anlamak”, işte tam da bu değişimi anlamaya çalışan ve basmakalıp söylemlerden sıyrılıp kentin gerçeğini arayan bir çalışma. Kitabı derleyen Deniz Yıldırım ve Evren Haspolat’la değişen İzmir’i konuştuk...

Sizi bu kitabı hazırlamaya iten sebepler nelerdi tam olarak?

Evren Haspolat Böyle bir ihtiyaç zaman içinde belirdi aslında. Bizim aklımızda biriken, İzmir’e dair sorularımız üzerinden gelişti kitap fikri. “Neler oluyor, nasıl değişiyor bu kent” soruları ve elbette bu dönüşümlerin nedenleriydi bizi bu çalışmaya iten. Tabi, özellikle son dönemde, İzmir’in ekonomik siyasal ve toplumsal dönüşümlerinin beraberinde getirdiği kutuplaşmalarla birlikte kentin çeşitli açılardan ayrıksılaşması bu sorularımızı pekiştirdi ve bunlar üzerinden kentin ekonomik gerileyişine de bakmaya başladık. Hepsi üst üste çakışınca İzmir’in değişimine dair bir derleme fikri iyiden iyiye güç kazandı. Ve dedik ki bu kitapta biz bir fotoğraf çekelim ve bu fotoğraf üzerinden sosyal bilimler bize ne gibi çözümleme imkânları sunuyor ona bakalım. Ama bu sadece bilimsel bir inceleme kaygısı değil tabi, bu birer İzmirli olarak bizim duyduğumuz, yaşayarak hissettiğimiz bir kaygı aynı zamanda. Kente karşı bir sorumluluk. Doğru çözümlerin doğru teşhisler olmadan gerçekleştirilemeyeceği düşüncesi.

Deniz Yıldırım Yani ortada bir dönüşüm ve bunun yarattığı çatışma eksenleri varsa, önce doğru tedavi için doğru teşhis yapılması gereği. Aslına bakarsanız bizi kitabı hazırlamaya iten şey, kitabın başlığında saklı: Değişen İzmir’i Anlamak. Kitap bir tespitle başlıyor. Bir şeylerin değiştiğini söylüyor. Kentte dönüşüm söz konusu ve bu dönüşümlerin eksenlerini saptayıp bunlar üzerine fikir yürütmenin, anlamaya çalışmanın hiç olmadığı kadar acil olduğu hissini taşımaktaydık. Bu düşünce özellikle Ankara’da Siyasal Bilgiler Fakültesi’ndeki siyaset bilimi doktora çalışmalarımız sırasında daha da belirginleşti. Bu süreçte değişim eksenlerini gözlemleyip tartıştık ve başlıkları buna göre çıkardık. Siyasal dönüşüm, ekonomik dönüşüm ve sosyolojik dönüşüm. Bunların temsil biçimleri ve elbette bütün bu dönüşümlerin içinden çıkan yeni direniş kalıpları. Ama dönüşümlere bakarken, bu dönüşümlerin “neden” gerçekleştiğini anlama isteğini hiç bırakmadık. Özellikle değerli hocalarımızın kitaba katkı vermeyi kabul etmeleriyle birlikte harekete geçtik. Bu çalışma öncesinde bizi esas rahatsız eden şey şuydu: Özellikle son yıllarda İzmir dönüşürken belirli bir basmakalıp İzmirlilik düşüncesi de üretildi, dolayısıyla çarpıtılan bir temsil biçimine dönüştü bu. Bu çatışmacı söylemler, İzmir’in dönüşüm eksenlerini, nedenlerini ve nasıllarını anlamayı akademik anlamda da zorlaştırdı. Özellikle son yıllarda ülkemize egemen olan siyasi kutuplaşma içinde tarafların kendilerini İzmir’e referansla açıklama girişimlerinde ciddi bir artış söz konusuydu. Bu da her iki kutbun İzmir gerçekliğini belirli oranda yeniden biçimlendirip çarpıtarak sunmasına neden oldu. İzmir, her iki cephe için anlaşılması gereken bir kent olmaktan çıkarılıp fikirleri haklılaştırmak için kullanılan bir “öteki” oldu. Endişe veren de tam buydu. Giderek kent, çelişki ve çatışmalardan azade, farklı katmanların izlerinin üstünü örten bir imajla ya topyekün modernliğin, ilerlemenin ya da bunun tam karşısında ırkçılığın, faşizmin başkenti olarak resmedildi. Bu konuyu hem kitabın yol haritasını aktardığımız giriş kısmında tartıştık hem de Neslihan Demirtaş Milz, medyadaki örnekler üzerinden bunun bir çözümlemesini gerçekleştirdi. Bizim önerdiğimiz, tam da bu iki eksenin dışında konumlanmadan bu kentin dönüşümünün anlaşılamayacağıydı. Nitekim kitaptaki tüm makaleler bu eksende esaslı tahlillere yer verdi. Tartışmaların bu iki eksenin dışına çıkarılarak yapılandırılması ihtiyacı bu kitabı daha da önemli hale getirdi sanıyoruz.

Evren Haspolat Enteresandır, kitapta yer alan bir makale bize gösterdi ki nasıl ki belli söylemler üzerinden Türkiye’nin modernleşme projesi içinde İzmir’in değişen temsilleri başat bir role sahipse Yunanistan siyasi söylemlerinde de kaybedilen topraklara özlem çok önemli, yeniden üretilen bir İzmir imgesi var. Vangelis Kechriotis’in makalesi işte bu temsil ilişkisini inceliyor. Bu makalede Yunanistan’da İzmir’in nasıl temsil edildiği araştırılıyor. Bu makale bize Türkiye’deki koşullara göre değişen İzmir algısının aynı şekilde Yunanistan’da da üretilebildiğini ve merkezi rol oynayabildiğini gösteriyor.

Fakat Türkiye’de de İzmir kadar yerleşmiş imajı olan başka bir kent yok herhalde? İzmirlilik gibi kalıplaşmış bir kentlilik kimliği yok sanıyorum. Belki biraz Diyarbakır’la kıyaslanabilir bu bakımdan İzmir.

Deniz Yıldırım Olabilir. İlginçtir 29 Mart yerel seçimlerinde AKP özellikle bu iki ili hedef göstermişti hatırlarsanız; İzmir ve Diyarbakır’ı. Çünkü bu iki şehir, Türkiye’de AKP’nin önerdiği siyasi projenin dışında kalan iki farklı siyasal konumu temsil ediyor.

Evren Haspolat Tam da bu noktada belirginleşen kutuplaşma, kentin AKP’lileşmemesi karşısında bir saldırganlığa dönüşebiliyor.

AKP’nin İzmir’i özellikle hedef haline getirmesinin sebepleri neler sizce?

Deniz Yıldırım AKP tüm Türkiye’yi ele geçirse bile İzmir’i ele geçiremediği zaman rüştünü ispat edemeyeceğini düşünüyor. İzmir’in bu anlamda siyasi iktidarlara meşruiyet veren bir yanı var tarihsel olarak. Bugüne kadar iktidar olmuş partilerin hemen hepsi İzmir’den onay almış. Ayrıca kentin bölge ekonomisiyle bütünleşmiş sermaye bloğu, merkez sağ projelerin örgütlenmesinde hep öncü olmuş. Serbest Cumhuriyet Fırkası’ndan Demokrat Parti’ye, oradan da Adalet Partisi’nin oluşumuna kadar gidip bunu görmek mümkün. Fakat AKP’ye karşı bir duruş var. Tabi bunun AKP açısından da bir dizi sebebi var. Diğer yandan İzmirlinin CHP’ye yönelmesi sadece İzmirliler’in yaşam tarzı kaygılarıyla açıklanamayacak kadar karmaşık bir mesele.

Evren Haspolat Veya örneğin İzmirli neden sürekli olarak kalpaklı Atatürk fotoğraflarını, bayraklarını balkonlara asma ihtiyacını duymaya başladı? Cumhuriyet mitingi nasıl bir hissiyatı dışa vurdu? Devasa Atatürk maskı ne anlatıyor? Bu gerçekten sadece AKP ile açıklanabilecek bir şey mi? Biz öyle olmadığını düşünüyoruz ve öyle olmadığını bir önerme olarak kitaptaki makalemizde ortaya koyduk.

Deniz Yıldırım Sembollerin özlemli düzeyde giderek daha da görünür oluşu, bir huzursuzluğun dışavurumu olarak görülmeli diyoruz. Her zaman için sembollerin öne çıkması bugünden duyulan rahatsızlığı anlatır. Demek ki insanlar mutlu değiller bu kentte. Ekonomiden, siyasal süreçten, ülkenin ve kendilerinin içinde bulunduğu durumdan. Ve bunu geçmişe referansla anlatma gereksinimi duyuyorlar. Çünkü geçmişe yapılan bu referans, “şimdi”nin huzursuzluklarına çözüm geliştirebilecek siyasal çözümün, yani bir alternatifin olmamasına verilen bir tepki. Bunu önemli görüyoruz.

Şu anki fotoğrafı beğenmiyorlar ve başka bir şey mi arıyorlar?

Evren Haspolat Evet! İzmirliyi rahatsız eden bir şeyler var. Siyasi, ekonomik ve sosyolojik dönüşümler karşısında kentsel huzursuzluk ve çatışma eksenleri güçleniyor. Ve giderek “şimdi”den duyulan rahatsızlığın bir göstergesi olarak “geçmiş”e özlem artıyor. Kemalizm’in kentte giderek güçlenen temsiliyeti AKP karşıtlığını aşan bir ekonomik karaktere de sahip o nedenle.

İzmirli kendini kente ait hissediyor ama şu anki fotoğraf onu gururlandırmıyor ve aidiyet duygusunu zedeliyor yani. Bunun sonucunda o “daha iyi” dönemi nerede arıyor?

Evren Haspolat İzmirli şu anda bu referansı siyasal olarak erken cumhuriyet döneminde arıyor, orada bulmaya çalışıyor. Mesela bu da değişimlerden bir tanesi eksen olarak. Çünkü bu kent özellikle çok partili hayattan beri esasen merkez sağın kalesi olmuş bir kent. Hatta merkez sağ üzerinden o gücünü elde edebilmiş bir kent. Ama güçlü zamanını hatırlayıp o güçlü zamanının diğer taraftan sözü edilen merkez sağ siyasetlerin hâkim olduğu dönem üzerinden türetmek yerine bir önceki döneme referansla iyi dönemini tanımlıyor. Kentsel sermaye bloğunun temsilcilerinin de bu “meşru dil” içinden kendi tepkilerini ifade ettikleri görülüyor.

Deniz Yıldırım Burada şöyle bir mantık var. İzmir’de alt orta sınıf refleksi dediğimiz şey varsa eğer. Ki bu kesimler ekonomik olarak otuz yıldır çok ciddi gerileyen kesimlerdir, (alım gücü düşmüş, hayat standartları gerilemiş, işsizlik artmış, çocuğunu okutmuş işe sokamamış memur, emekli, ücretli vs.) sistemden tatminsiz bir döneme girmiş vaziyette. Bunun referanslarını geçmişte buluyor. Nasıl ve neden buluyor? Bunları anlamak, çözümlemek lazım. Erken cumhuriyetin üç temel önermesi var. Biri laiklik. İzmirli’nin bu hissiyata sarılmasını fazlasıyla pekiştiren bir iktidar partisi var. AKP bu hissi eylemleriyle çok besliyor. İkincisi halkçılık ideolojisi. Yani sınıfsız, imtiyazsız, kaynaşmış bir kütle olduğumuz fikri. İzmirli bunun böyle olmadığını son otuz yılda giderek daha fazla hissetmeye başladı neoliberal dönemde. Yani gelir açısından bakıldığında çok daha zenginleşen ve çok daha yoksullaşan bir nüfus var. Ortadaki tabaka aşağı doğru eriyor. Çoğunluk aşağı doğru gidiyor, küçük bir kısım da yukarıya doğru çıkıyor. İşsizlik kentin en önemli ve en görünür sorunu. Bu, erken Cumhuriyet’in henüz sınıf çelişkilerinin bugünkü düzeye erişmediği koşullarına “halkçılık” ilkesi çerçevesinde duyulan özlemi açıklayabiliyor. Üçüncüsü Kemalist yurttaşlık projesi. Yani Cumhuriyet’in getirdiği tek millete dayalı bir yurttaş kimliği var. Ama şimdi İzmirli özellikle seksenlerin sonu ve doksanların başından beri Türkiye’nin en yoğun Kürt göçü alan illerinden biri olmasıyla birlikte yepyeni bir gerçeklikle karşılaştı. Yeni bir kimlik var Cumhuriyet’in içerisinde ve onu ne yapacağını bilemiyor, bir yere koyamıyor. Bu, sınıfsal tepkilerin etnikleşmesi denilen şey aslında. Cenk Saraçoğlu’nun makalesi tam da bunu örnekliyor. Bunlar elbette siyasal dönüşüm kısmı. Sonuçta İzmir ve ard ülkesinde yer alan bölge, Türkiye’nin ekonomik dönüşümünden fazlasıyla etkileniyor.

Evren Haspolat Evet, bir başka kısım ekonomik dönüşüm. 19. yy.dan itibaren İzmir’in aslında Türkiye’nin genel dönüşümü içinde nasıl bir yer teşkil ettiği tartışılıyor kitapta. Bunun için de önemli veriler var. İzmir’in özellikle işsizlik oranları yönünden çok önde olması gibi. Kentte eğitimli işsizlik oranı ülke ortalamasının oldukça üstünde. Dolayısıyla bir yandan göç veren, diğer yandan da ekonomik pasta ve istihdam olanakları daralırken göç almayı sürdüren bir çekim merkezi İzmir. Bu durum çatışmaları daha da arttıran bir etkiye sahip. Bunda da başka etkenlerle birlikte İzmir’in en çok etkilendiği dönem ülkede 1980 sonrası uygulanan ekonomik politikalar. Sanayi ve tarımın çökmesi, finans sektörünün öne geçmesi. Tarımın çökmesi demek İzmir’in ardalanında bulunan kentlerde yaşamın İzmir’deki gibi geriye gitmesi demek. Çünkü onlar da tarımsal ürünlerini İzmir’deki sanayi kuruluşlarına aktarıyorlardı ve bunlar da dünya ticaretine İzmir limanından aktarılıyordu. Hâlbuki kitapta Alp Yücel Kaya’nın dikkat çektiği üzere ilk kez İzmir limanı dış ticaret açığı veriyor bugün. Bu kritik bir gelişme. Dönüşüm dediğimiz şey, tam da bu verinin siyasal, ekonomik ve sosyolojik yansımalarıyla anlamlanıyor. Tarımın çökmesi, İzmir’de sanayinin çökmesi, İstanbul’un öne geçmeye başlaması, kaybetme hissiyatı yani. Kitapta Eyüp Özveren’in makalesinde, dünyadaki küresel kentlerin hiçbir zaman aynı saat dilimi, dolayısıyla aynı boylam üzerinde bulunmadığı söyleniyordu. Bu açıdan da İstanbul varken İzmir’in küresel kent olamayacağı ve aslında bunun belki de İzmir’in en büyük avantajı olacağı belirtiliyordu.

Deniz Yıldırım Evet, İzmir’in kendi özgün modelini geliştirebilmesi açısından bu büyük bir avantaj da olabilir. Bizce de bu çok kritik bir saptamaydı. Kitabın güzel yanı da zaten çözüm önerilerinde bulunabilmesi. Küresel kent literatürü zaten kendisini finans merkezi olmak üzerinden tanımlıyor. Finans merkezi olursan, ona bağlı hizmet sektöründe de gelişme olur, istihdamda nitelikli-eğitimli iş gücüne alanlar açılır. Dolayısıyla dünya kenti olmak adına finansal evrede bir atılım yaparsın. İzmir için bu geçerli değil. İzmir bir liman kenti. Bir liman kentinin en önemli yaşam damarı üretimdir. Çünkü liman kentleri ihracatla yaşar. İhracatın olması için üretimin olması lazım. Üretimin olması için sanayi olacak. Tarıma dayalı endüstrinin geliştiği bir kentin bu zinciri sürdürmesi için ard ülkesinde yer alan yerleşimlerde çiftçinin, tarımın da yaşaması lazım. Tarım çökerse sanayisi çöker. Şimdi yaşananlar tam da böyle bir tablo işte. Bakın 2001’de Ege’de geçimini tütün üretiminden sağlayan aile sayısı 270 bindi. Bu sayı şimdi 50 binin altında. Nereye gitti bu insanlar? Ne yapıyorlar şimdi? Uluslararası sigara tekellerine, kendi topraklarında işçi oldu çoğunluğu. Dolayısıyla bu ekonomik çöküş programı anlaşılmadan İzmir’in dönüşümü anlaşılamaz. Böyle bir silsile var İzmir ve çevresindeki ilçelerde son 30 yıldır. O nedenle çöküşe bakmak, çıkışlara bakmak demek bize göre.

Ne yazık ki İzmir’in ard ülkesindeki yoksullaşma çok çarpıcı boyutlarda. Bu durum siyasi davranışları ne yönde etkiliyor?

Evren Haspolat Bizim orada vurguladığımız nokta, Türkiye AKP’lileşirken İzmir’in CHP’lileşmesini sadece yaşam tarzıyla açıklayamayacağımızdı. Liman kent ve ard ülkesi üzerinden bütünsel, ekonomi politik bir analizi bunun için önemsedik. Bunun arkasında başka faktörler de var diye düşünürken şunu saptadık. İzmir’in ard ülkesinde yer alan, bugüne kadar hep İzmir üzerinden dünyaya açılmış bölgelerde son dönemin en önemli gelişmesi MHP’nin yeni bir aktör olarak doğması. Son seçimlerde, Demokrat Parti’nin pamuk deposu olarak bildiğimiz Nazilli’de belediye başkanlığını MHP kazandı ilk kez. Söke’de ikinci parti oldu. Bu bölgelerin en önemli özelliği hem kırda, köylerde, toprağında mülksüzleşen, işçileşen, başkaları için çalışmaya başlayan insanların siyasi tepkilerini MHP’de ifade etmeye başlamaları, hem de bu kentlerin ucuz tarımsal işgücü anlamında son yıllarda yoğun miktarda Kürt göçmen işçi çekmesi. Bu kentlerde etnikleşen bir gerilim var şu anda. Bu İzmir için de, Ege’nin diğer bölgeleri için de geçerli. Örneğin Söke’de kent ve kır oylarını ayrıştırarak baktığımızda kırda DTP’nin son seçimdeki oyu yüzde 10’un üstünde. Bu çok dikkat çekici. Bunun karşıtının da MHP’yi güçlendirmesi Türkiye siyasetindeki kutuplaşmanın genel hatlarıyla uyumlu. Ama yeni olan şey, bu orta Anadolu partisinin Ege üzerinden denizlere ulaşması. Aynı şey Akdeniz için de geçerli. Denizlere ulaşıyor ve değişen İzmir varsa bu anlamda değişen Ege de var.

2002 seçimlerinde Genç Parti’nin yüzde 17.5’lik oy için ne diyorsunuz?

Deniz Yıldırım O aslında bugünün ilk sinyalleriydi. Özellikle önemsediğimiz ve bizim İzmir’den Ankara’ya doktora eğitimi için taşındığımız süreçte kenara not ettiğimiz çok önemli bir sinyaldi, dönüşüm işaretiydi siyasal açıdan. Siyasal dönüşümler bahsinde kitapta bu konuyu Hakkı Uyar’ın ve Tanju Tosun’un makaleleri tartıştı, biz de kendi makalemizde ekonomi politik bir çerçeveden değerlendirdik bu süreci. Bu konuyu özellikle küçük girişimcilerin iflası ve küçük işletmelerde işini kaybeden işsizlerin siyasal tepkileri özelinde tartıştık. Bu bakımdan 2001 krizi ve sonrasında yaşananlar anlaşılmadan, Genç Parti vakası da anlaşılamaz. Bir diğer önemli noktaysa liman kentlerinin uluslar arası ticarette gördükleri işlev. Biz özellikle İzmir’i bir liman kenti olarak değerlendirmenin bir analiz biçimi olarak çok işlevsel olabileceği düşüncesini önerdik makalemizde.

Evren Haspolat GP’nin yükselişini Cem Uzan’ın göçmenliğiyle ve İzmir’in de yoğun bir göçmen nüfus barındırmasıyla açıklayanlar da olmuştu. Evet, bu da etkiliydi ama bu etken tek başına geçerli olsaydı, Bursa’da da Türkiye genelinin üzerinde oy alması beklenebilirdi GP’nin. Ama öyle olmadı. Türkiye genelinde GP yüzde 7 civarında oy alırken İzmir genelinde yüzde 17,5, Çiğli’de yüzde 19’un üstünde oy alıyor örneğin. Çiğli göçmen nüfusun yoğun olduğu bir bölge değil. Yani bu örnekler bize GP’nin İzmir’deki yükselişinin sadece göçmenlik üzerinden açıklanamayacağını gösteriyor. Demek ki burada başka bir şeyler daha var. O başka şeyi de biz kitapta ekonomik mülksüzleşme ekseni üzerinden açıklıyoruz. 2002 seçimlerinde GP’nin Türkiye genelindeki oylarının yaklaşık 2,5 katı oyu İzmir’den alması İzmir’de bir şeylerin değiştiğinin sinyalleridir. Değişen İzmir’i anlamak adına bir sinyaldir. Bizim Ankara’ya doktora çalışması için giderken de aklımızda bu soru vardı. GP’nin bu çarpıcı başarısı neden bu kadar incelenmeden kalmıştır İzmir’de? Bunun İzmir’in değişimine ilişkin esaslı sinyaller barındırdığı tespitinin hakkı verilebilmiş değil diyebiliriz.

Peki Genç Parti’nin oyları sonraki seçimlerde MHP’ye mi kaydı sizce?

Evren Haspolat İzmir’de CHP’ye, içeride ise ağırlıklı olarak MHP’ye kaydı denilebilir. Özellikle DP geleneğindeki erimenin iç yerleşimlerde MHP’yi güçlendirdiği açık.

Sanıyorum burada İzmirlilerin kendilerine kent üzerinden yarattıkları kimlik içerisinde GP vakasından duydukları bir utanç da etkili.

Evren Haspolat Tabi bir kabullenmeme de var burada. Ama bu yaşandı ve geleceğe dönük en önemli sinyallerden biriydi. İncelenmeliydi.

Denizden uzaklaştıkça, İzmir’in ard ülkesinde MHP’nin yükselişini nasıl açıklıyorsunuz?

Deniz Yıldırım Öncelikle Türkiye siyaseti şu an çok kısır bir döngü içinde. Bir temsil krizi var. Yani partilerle oy istediği seçmenler arasında bir bağlantısızlık var. Ve bugün Türkiye’de seçmenin oy verme davranışı kötünün iyisine oy vermektir. Ve karşıtından beslenir. Partiler kendi programlarıyla değil, karşısındakinin yaratacağı iklimle oy isterler. Bu aslında bu partilerin özellikle ekonomik program yönünden aynılaştıklarının üzerini örten bir stratejidir. Mesela Türkiye’de şu anda uygulanan programı 2001 yılında Kemal Derviş getirdi. IMF 2002 seçimleri öncesinde programın devam edeceğine dair partilerden taahhüt istedi. Yani zaten teknokratikleşmiş, halkın kararından bağımsızlaştırılmış bir ekonomik politika var.

Evren Haspolat Tek soru bunu kimin uygulayacağı. MHP’nin şu anda kazandığı seçmen tabanı 80 öncesindeki tabanından çok kritik bir yerde ayrılıyor. 80 öncesi MHP’nin güçlenmesinde en büyük faktör anti-komünist ve anti-alevi olmasıydı. Yeni seçmen tabanı ise büyük ölçüde ayrılıyor buradan.

Deniz Yıldırım Kentte bu tepki laik siyasetin temsilcisi CHP’de buluşuyor ve kırsala doğru gidildiğinde bu tepki geleneksel kültürle daha fazla iç içe olan MHP’de eriyebiliyor artık. Bunda büyük ihtimalle CHP’nin kentli bir parti olmasının etkisi var. Kırsaldaki insanlar kendi temsilini orada göremiyor, gündelik hayatıyla özdeşleştiremiyor. MHP, giderek, liman kentinin siyasal tepkilerini kendinde biriktiren Genç Parti ve CHP örneklerinin dilini, tarımsal olarak gerileyen Ege kentlerinin siyasal diline tercüme ediyor. Bu çok yeni ve üzerinde durulması gereken bir gelişme. Liman kenti olarak İzmir’i ekonomik faaliyetleri ve ard ülkesinin nitelikleriyle açıklama önerisinin bu bakımdan çok önemli olduğunu ve resmin bütününü kavramaya yaradığını bir kere daha görüyoruz burada.

Bu çektiğiniz fotoğrafta İzmir’in tepkiselliği konusunda neler gördünüz?

Deniz Yıldırım Bu kenti çok durağan bir fotoğraf içinde resmetmek çok hatalı bizce. Yani emekli cenneti ya da sayfiye kenti İzmir gibi. Oysa içinden mücadele eksenlerinin geçtiği bir kent burası. Burcu Eğilmez’in makalesi bunu örnekliyor. Veya örgütlenme dinamikleri açısından Gülgün Tosun’un incelemesi. Aslında İzmir’in ne Osmanlı dönemindeki temsili bu, ne de bugünkü. İzmir tam aksine, üretim odaklı bir kent. Dolayısıyla bu tasvirde bir sıkıntı var. Ayrıca bu kadar sorunu olan bir şehir elbette içindeki sorunlardan da bir karşı duruş geliştirebiliyor. Örneğin Bergama köylü hareketi Türkiye’de henüz örgütlü köylü hareketinin gelişmediği bir dönemde 90’lı yıllarda kendiliğinden gelişiyor ve çok güçlü bir hareket olup karşılık buluyor. Her türlü karalama yapılmaya çalışılmasına rağmen talebi çok net bir hareketti ve toplumun çoğunluğu tarafından kesinlikle meşru görüldü, örnek alındı. Bu kritik bizce. Ankara Üniversitesi’nden Aykut Çoban, bu hareketi önemli bir perspektiften ele aldı kitapta. Bir başka nokta, İzmir kaybediyor ama neyi kaybediyor? Neden Cumhuriyet’in erken dönemlerine referans yapıyor? Bunun ekonomik bir altyapısı var. Aslında tarihsel geri planı ele alan birinci bölümdeki tüm makaleler bunu çok net ortaya koyuyor. Sonuçta Cumhuriyet’in kurduğu büyük bazı ekonomik kurumlar var. İzmir Sümerbank’ı, Tariş’i, Tekel’i yaşamış. Tarım, sanayi ve ticaret bölge ölçeğinde bu deneyimler üzerinden örgütlenmiş. Dolayısıyla 80 sonrasında Özal’ın tanıştırdığı ve AKP’nin istikrarlı biçimde sürdürdüğü piyasacı vahşi ekonomik düzene bakmadan bu değişimler anlaşılabilir mi? Çok basit ve dikkat çekici bir örnek vereyim. İzmir’in bu psikolojiye kapılmasının, kaybetme psikolojisini erken Cumhuriyet üzerinden ifade etme hissiyatının gayet güzel sembolleri var kentte. Ben bugün kitap fuarına gelirken Karşıyaka’dan 361 numaralı otobüse bindim. Otobüsün sesli uyarı sistemi vardı. Durak isimlerini tek tek söylüyor. Duraklar sırayla şöyleydi; Liman, Tekel, Lozan. Liman kenti, tarımsal üretim ve ulusal devletin kimlik inşası yani. İzmirli işte bu üçünün tasfiye edildiği bir dönemde erken Cumhuriyete ve onun nostaljik modernliğine daha fazla sarılıyor. Kentin siyasal dili içinde Kemalizm’in hegemonik olmasını biraz da buradan yorumlamak gerek. Sadece laiklik kaygısı bunu açıklayamaz. Tekel’in tasfiyesi, Tariş’in tasfiyesi... bunlar Cumhuriyet’in kurumları olarak görülüyor fakat İzmir’de özellikle laiklik üzerinden kendini ifade eden bu cumhuriyetçi söylemin en büyük zaafı kendisini bu tasfiye edilen kurumların işçisiyle, emekçisiyle; tütünden, pamuktan mahrum kalmış işçileşmiş Ege köylüsüyle buluşturmaktan alıkoyan siyasal aktörler tarafından pasifize edilmesi. İzmirli, Cumhuriyet’e sahip çıkıyor belki, ama yanıbaşındaki Cumhuriyet kurumu olan Çiğli Tekel’de işinden edilen Muşlu Kürt işçinin TEKEL direnişiyle bütünleşmeyen bir siyasal ve ekonomik programla hiçbir çıkış örgütleyemeyeceğinin farkında değil.

Evren Haspolat Bu gerçekten önemsediğimiz bir tespit. Diyoruz ki bakın bu kentte gerileyen katmanlar, kendilerini CHP üzerinden daha fazla anlatma eğilimi duyanlar da dâhil olmak üzere, bunlar eğer kaybeden diğer kesimlerle birlikte ittifak halinde bir projeye yönelirlerse bu daha ilerici bir içerik kazanır. Ama bu kesimler kaybetme tepkilerini etnikleştirirlerse bu çok daha gerici içerikte bir siyasete evrilebilir. Bu nedenle bırakalım bu “modern İzmir-faşist İzmir” kutuplaşmasını, bu değişimlerden nasıl bir kucaklayıcı çıkış örgütlenir oralara bakalım. Sanırız bizim kitabı derleme fikrimizin öne çıktığı günlerden beri en önemli pratik kaygımız buydu. Özellikle Dikili örneği kitapta tartışılıyor mesela. Son dönemlerde çok öne çıktı Dikili. Ücretsiz ulaşım, sağlık taraması ve ekmek hizmeti vs. Çok kritik bir soru var kitapta Mimar Sinan Üniversitesi’nden Erbatur Çavuşoğlu ve Murat Cemal Yalçıntan tarafından gündeme getirilen. Kapitalist bir kentte sosyal belediyecilik ne kadar mümkündür? Örneğin bu tartışmaları yeni bir mecraya taşımak adına önemli bir açılım sağlayacağını düşünüyoruz kitabın.

Son bir soru sormak istiyorum. İzmir’in örgütlenebilir bir kent olduğunu düşünüyor musunuz?

Deniz Yıldırım Bizce, 20 yazarlı bir inceleme kitabı çıkarabiliyorsa İzmir, örgütlenebilir bir kenttir. 9 ay gibi bir sürede bu eserin ortaya çıkabilmesi bir örgütlenme işidir aynı zamanda. Takdirini İzmirli okuyucuya bırakıyoruz elbette.

Evren Haspolat Biz bu kitabın İzmir’in değişim eksenlerini anlamak adına bir başlangıç olarak algılanmasını ve aslında soruları çoğaltmasını istiyoruz. Kitap İzmirli’ye olduğu kadar Türkiye’nin farklı kesimlerine de yeni bir İzmir tartışması adına ferahlık getirir ve araştırmacılar açısından da kaynak haline gelerek boşluğu doldurursa bu en büyük mutluluk olacak bizim için. Sonuçta bu derleme, geniş bir akademik, kolektif emeği yansıtıyor ve bir eksen inşa ediyor. Ve biz bir açıklama tarzı geliştirebildiğimiz düşüncesindeyiz. Tezleri var kitabın. Bu tezler tartışılırsa kitap amacına ulaşacak.